İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Osmanlı'nın masonlarla imtihanı

Osmanlı'nın masonlarla imtihanı

Bazen yazı kendini yazdırıyor. Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında Anadolu’daki sosyal yapı konusunda Âşıkpaşazade’nin zikrettiği dört zümreden biri olan Ahileri yazarken kardeşlik örgütleri bahsi açıldı, oradan masonlara geldik, bir türlü diğer üç zümreye geçemedik… Birkaç haftadır sürdürdüğümüz bu konuyu bir noktaya bağlamak üzere şimdiye kadar yaptığımız değerlendirme ve tespitleri özetleyelim istiyorum: Öncelikle hem aleyhteki propaganda ve komplo teorileri hem de bizzat masonların kendilerini yüceltmek ve olduğundan önemli ve güçlü göstermek için anlattıkları hikâyeler masonlukla ilgili gerçeklerin çok uzağında yer alıyor.

En başta Masonluğun ortaya çıkışına ilişkin anlatıların yere ayak basmadığı söylenmeli. İşin gerçeği, Avrupa Ortaçağının en güçlü “hükümetdışı örgütü” olan Templiyelerin ortadan kaldırılmasının ardından İskoçya’daki duvar ustaları (mason) loncası bu tarikata kucak açmıştı. Templiyeler yanlarında getirdikleri gelenekleri, ritüelleri, sembolleri ve örgüt modelleriyle bir zanaatkar loncasını gizemli ve gizemci bir cemiyete dönüştürmüş oldular. Ancak bugünkü masonluğu şekillendiren, eski şövalye tarikatları geleneğinden ziyade Avrupa toplumlarının gelişimine yeni bir yön veren burjuva dünya görüşü oldu.

Bilahare Aydınlanma Yüzyılı’nın ilerici veya yenilikçi fikirlerine kapılarını açıp o devrin düşünürleri, bilim adamları, sanatçıları ve hatta siyasetçileri için bir sığınak teşkil eden mason locaları hakkında bugün aynı değerlendirmeyi yapabilecek durumda olmadığımız ortada. Yalnızca Türkiye’de değil dünyanın her tarafında ya “sosyalleşme” amacıyla ya da üyeler arasındaki dayanışma geleneğinden faydalanma düşüncesiyle kişisel çıkarlar peşinde bir araya gelmiş kişilerden oluşan bir cemiyet var bugün karşımızda.

***

Masonluğun aydınlanma fikriyatını ve Fransız devriminin prensiplerini temsil ediyor olması daha Tanzimat devrinde modernleşme ve hürriyet yanlısı Osmanlı aydınları açısından belli ölçüde bir cazibe oluşturmuştur ama daha sonraları mason localarının fiiliyatta gördüğü işlev rejim karşıtı veya yenilik taraftarı aydınların bir araya gelebildikleri bir ortam sunmasıyla ilgilidir. Sefaret mensupları diplomatik dokunulmazlık taşıdıkları, yabancı tüccar ve şirket çalışanları ise kapitülasyonların sağladığı kanuni muafiyetlere tabi oldukları için bunlara müdahale edilmesi mümkün değildi. Locaların siyasi muhaliflerin faaliyetleri için “emniyetli yerler” olmasının sebebi budur.

Osmanlı başkentinde ilk kurulan locaların mensupları Osmanlı vatandaşı değildi. İstanbul’daki diplomatik misyon mensupları başta olmak üzere Avrupalı tüccarlar ile burada faaliyet gösteren yabancı şirketlerde çalışan kişilerden müteşekkildi mason nüfus. Hemen ardından Osmanlı vatandaşı gayrimüslimler de üye kabul edilmeye başlandı. Müslüman üyelerin sayısındaki artış önceleri çok yavaştı. İlk kurulan Fransız localarından biri Müslüman üyeleri de bünyesine almaya başlamış ama sonra nedense locada Türkçenin kullanılmasını yasaklamak suretiyle bu üyelerin ayrılması yolunda bir tavır sergilenmişti. Sebebi tam bilinmiyor ama bir tahmin yürütmek gerekirse Yahudilerin mason olmasına da başından beri muhalefet eden muhafazakâr biraderlerin locayı ilk teşekkül ettiği günlerdeki gibi bir Hristiyan tarikatı olarak sürdürme arzularını yansıtıyor olabilir bu. İkinci bir ihtimal olarak da kendi vatandaşlarının devlet denetiminden bağımsız bir yapı içinde yer almasından rahatsız olan Osmanlı yönetiminin baskısıyla bunun gerçekleştiğini söylemek mümkün görünüyor.

Ne var ki Türklerin mason localarına girmeleri hiçbir zaman yasaklanmadı. Hatta Osmanlı tarihinde mason önlüğünü giyen ilk Türkler “devlet görevi” olarak tekris olmuşlardı. Devlet görevi derken locaların içeriden kontrolünü sağlamak veya buralarda istihbarat toplamak gibi bir amaçtan söz etmiyorum. Avrupa başkentlerindeki mason localarına katılan Türk diplomatların birçoğu görev yaptıkları ülkelerin elitiyle münasebet kurma kanalı olarak bunu kullanmış görünüyorlar. İkincisi, Osmanlı yönetici eliti masonluğu o günkü “ittihad-ı anasır” politikasına hizmet edebilecek faydalı bir yapı olarak görüyordu. Tanzimat aydınlarının masonlukta -ülke için gerekli olduğunu düşündükleri- yeni ve ilerici fikirler buldukları, locaları serbest düşüncenin ve yenilikçiliğin temsilcisi olarak gördükleri de vakıa. Bunun sebebi herhalde “ecnebi” aydınlarla ve “Avrupaî” fikirlerle ancak bu mahfillerde karşılaşma imkânı bulmalarıdır.

Bu bakımdan Tanzimat ricalinin masonlukla ilişkisinin nispeten daha samimi ve daha sahici olduğu söylenebilir. Sonraki dönemde ilişkiler iyice “araçsal” hale gelmiştir. Konu hakkında çalışma yapan bütün uzmanların ortak kanaati bilhassa mason İttihatçıların masonluğunun çok büyük ölçüde göstermelik olduğu yönündedir. İttihatçılar illegal faaliyetler kapsamında kendilerine örgütlenme, haberleşme ve buluşma imkânı sunan bu yapıyı önlerinde hazır bulmuş ve kullanmışlardı. Ancak o sırada bütün localar İttihatçılarla dolup taşıyordu sanılmamalı. Tek bir loca vardır, İttihatçıların bu amaçlarına hizmet veren: İtalyan obediyansına bağlı Selanik Risorta locası.

***

Ülkemizde her taşın altında biraderlerin parmağını gören komplo teorilerinin bunca yaygınlığına karşılık Masonluğun Türkiye topraklarındaki tarihi hakkında çok sayıda ciddi çalışma yok maalesef. İttihat ve Terakki Cemiyetinin masonlukla ilişkisi üzerine de bunca spekülasyona -ve üstelik İttihat Terakki üzerine nispeten daha fazla sayıda nitelikli çalışmalar yapılmış olmasına- rağmen İttihatçılık-Masonluk ilişkisi üzerine kayda değer akademik çalışmaların sayısı çok değil.

Bu konuda Türkçede kaleme alınmış yegâne müstakil çalışma ve en kapsamlı kaynak Orhan Koloğlu’nun “İttihatçılar ve Masonlar” başta olmak üzere Türk masonluğu konusunu ele alan ve kendi içinde bir seri oluşturan hazine değerindeki kitapları.

Bunun dışında ise Ernest Ramsour’un “Genç Türkler ve İttihat Terakki” kitabının muhtelif sayfalarında, Şükrü Hanioğlu’nun “Bir Siyasal Örgüt Olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti”nin müstakil bir bölümünde, İsmail Küçükkılınç’ın “Jöntürklük ve Kemalizm Kıskacında İttihadçılık” başlıklı eserinin yine müstakil bir bölümünde konu hakkında önemli bilgiler ve değerlendirmeler bulunabilir.

Bu noktada İtalyan bir araştırmacının oldukça küçük hacimdeki bir eseri büyük bir boşluğu dolduruyor. Angelo Iacovella’nın dilimize “Gönye ve Hilal” adıyla çevrilen çalışması özgün belgeler üzerinden yukarıda sözünü ettiğimiz İtalyan Masonluğunun 1908 Devrimine verdiği desteğin mahiyetini açıklayan çok değerli bir kaynak.

Yeri gelmişken söyleyelim: Hiç değilse Fransız obediyansına bağlı localar çerçevesinde Osmanlı masonluğu hakkında bilinmeyen bir çok detayı ortaya koyan iki eser var. Birinden geçen hafta söz etmiştim: Eric Anduze’ün “Osmanlı Türkiye’sinde Masonluk” çalışması. Bir de Paul Dumont’un “Osmanlıcılık, Ulusçu Akımlar ve Masonluk” adıyla yayımlanan eseri… Her ikisi de Fransız Büyük Doğusu arşivlerinde bulunan belgelerden yola çıkılarak hazırlanan eserlerin ilki belge ve bilgi bolluğuyla önem taşıyor, ikincisi ise daha az sayıda belgenin dönemi iyi tanıyan bir uzmanın vukufiyetiyle değerlendirilmesi bakımından…

Keşke benzer bir çalışma Londra obediyansına bağlı mason localarının özellikle 1908-1923 dönemindeki faaliyetleri üzerine de yapılabilse…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Kiras Arşivi