Tarihin saklandığı yer
Tarih zengini bir ülkeyiz ama tarihimizi bilme ve anlatma konusunda çok fakiriz. Hem öyle bir fakiriz ki, tarihi avucumuza koysalar yine fark etmiyoruz.
Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, nereye uğrarsanız uğrayın, soluklandığınız herhangi bir yerde, yemek yediğiniz bir mekanda, çay içtiğiniz bir bahçede gizli bir tarihe rastlarsınız.
Yabancı ülkelerin ve yabancı coğrafyaların tarihini bildiğimiz kadar, kendi coğrafyamızı ve tarihimizi bilebilseydik, eminim bugün kültürel ve sosyal kalkınma bakımından epey ilerlemiş bir ülke olurduk.
Tarihine ve kültürüne sahip çıkmayan milletlerin tarihleri ve kültürleri, o ülke üzerinde baskın güç oluşturmak isteyenlerin tekeline geçer ve bir millet kendi tarihini kendi tarihçilerinden değil, yabancılardan öğrenir.
Türkiye olarak kısmen bu gerçeği yaşıyoruz. Çünkü tarihimize ve değerlerimize sahip çıkmayarak, kendi tarihimizi ve medeniyetimizi başkalarına teslim etmiş oluyoruz. Hal böyle olunca da bizi bizden değil, yabancılardan öğrenmiş oluyoruz.
Yazının başlığında zikrettiğim; “Tarihin saklandığı yer”, Ödemiş ilçesinin Birgi kasabası. Birgi kasabasında öyle bir saklanmış tarih var ki, kasabaya yolu düşenleri hayrette bırakıyor.
Geçtiğimiz hafta sonu benim yolum da Birgi’ye uğradı. Birgi kasabası aynı zamanda İmam Birgivi Hz.’lerinin de meftun olduğu yer. Bu konuda ayrıca bilgi vereceğim. İmam Birgivi’ye Ege’nin manevi bekçisi olarak bakılıyor.
Selçuklular zamanında yapılmış ve halen ibadete açık olan Ulu Camii’deki hat eserleri, tavan ve cami içi süslemeleri, insanların günlük yaşamda en çok karşılarına çıkan meselelere çözüm olsun diye Hadis-i Şeriflerle süslenen pencere alınlıkları, görenleri hayrete düşürüyor.
Ulu Camii’den sonra en çok şaşırdığımız bir başka saklanan tarihe şahit olduk. Dünyanın veya İslam aleminin ilk “Hadis Kürsüsü'nün” Birgi’de açıldığını öğrendik. Halen duvarlarının ayakta kaldığı Hadis Kürsüsü ve yanındaki hamamı, gelenlere mahzun mahzun bakarken, bu hali görenler de aynı ifadelerle, mahzun mahzun onlara bakmakta.
Yukarıda tarihi yaşatmadan ve anlamadan söz edip duruyorum ama esasında tarihi tahripten söz etmeliyim. Özellikle; cami, han, hamam, çeşme gibi hayratlar, İnönü döneminden itibaren öyle bir mahvedilmiş, öyle bir harap hale getirilmiş ki, Birgi’deki tarihi mekanlar da bu perişanlıktan nasibini alanlara dahil olmuş.
Osmanlı zamanında yapılmış bir caminin içindeki ve dışındaki hat eserleri yeni yeni gün yüzüne çıkmaya başlamış. Camiinin içinde ve dışında yapılan “badanaları kazıma” işleminden sonra camii de bulunan eserler ortaya çıkmaya başlamış.
Camilerdeki, medreselerdeki, türbelerdeki, mezarlıklardaki tarihi yok etmek isteyenler kadar tarihe sahip çıkmak isteyenler de tam tersi mücadele edebilselerdi, bugün ne tarihimiz ne kültürümüz bize küsmezdi.
Tarihimizi saklandığı yerden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Bizi biz yapan değerler, tarihimizin hazineleri içerisindedir. Daha önce de yazdım. “Tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer” diye. Tarihimizle ve kültürümüzle barışmak zorundayız.
Barışmak ve tanımak yetmez. Tarihimizi ve kültürümüzü yaşatmak zorundayız. Gelecek nesillere bırakabileceğimiz koca bir tarih göz göre göre yok olup gidiyor. Bu gidişe dur demedikten sonra genç nesillerle paylaşabileceğimiz değer yargılarımız kalmayacaktır.
Mesela dünyanın neresinde kendi mezarları üzerinde meyhane işleten bir millet vardır? Sanıyorum, hangi dinden olursa olsun, hiçbir millet mezarlıklar üzerinde meyhane, pavyon işletip dansöz oynatmaz. Dünyada kara parçası bitti mi ki, mezarların üzeri kullanılsın.
Ne yazık ki, Birgi’de mezarlıklar üzerinde kurulu ve halen faaliyet gösteren meyhane tarzı işletmeler olduğunu gösterdiler. Küçücük bir kasabada, 2000 nüfuslu ilçede, mezarlıklar üzerinde meyhane bulunmasından Birgi halkı hiç memnun değil. Lakin belediyenin CHP’li olması yüzünden kimsenin yapabileceği bir şey yokmuş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.