Can Dündar’a Bunlar Yapılırsa…
Can Dündar, kır saçları, iri gözlükleri ve sakin tavırları ile çok yakışıklı olmasa da şirin biri.
“Acaba kaç yaşında?” diye internete girdim ve öğrendim. 61 doğumluymuş. Demek saçlarını eyyam değil, eylemleri ağartmış.
Çalışkanlığına saygı duyarım. Ama o kıratta olanların hala o kulvarda ömür tüketmelerine de acırım. O çapta olanlar, Cemil Meriç gibi ahir ömürlerinde değil, daha erken yaşlarda kendi kültür ve medeniyetleriyle tanışmaları gerekir diye düşünüyorum.
Öyle ya, “Kaza Umresi” sırasında bir gün Halid b. Velid’in kardeşine Sevgili Peygamberimiz şöyle demişti: “Halit gibi çaplı bir adamın bu davayı anlamamasına ve kabullenmekte geç kalmasına şaşıyorum.”
Bunu duyan Halit, derin derin düşünmüştü… Bu düşünceler onu bir gün Medine yollarına düşürdü.
Ben de bu ülkede nerde bir çaplı adam görsem, kendi kültürlerini, yerli kültürlerini ve onun en büyük dokusu olan İslam’ı anlama çabalarının olmamasına şaşıyorum doğrusu.
Can Dündar da onlardan birisidir benim gözümde. O sakin ve saygılı duruşu, belki de bir denizin kıyılarında ayaklarının ıslanmasına kadar götürür onu…
Kim bilir, neden olmasın?
Ben şahsen duacıyım buna.
Buna, ona, herkese…
Kim olursa olsun, ne olursa olsun, buyursun gelsin. Herkese kapılar açık. Herkes için ümit var. Kimse ıskartaya çıkarılmış değil. Sağ oldukça umut var demektir. Biz duacıyız efendim.
Neyse, gelelim sadede.
Bir film yapmış Atatürk’e dair. Adını “Mustafa” koymuş. Günlerdir tartışılıyor. CHP, ADD ve adını veremeyeceğim bir sürü kurum ve bir sürü aydın kıyasıya eleştiriyor, hatta aforoz ediyorlarmış.
Bütün bunlar istemediğim halde basında ve televizyon ekranlarında gözüme çakılıyor.
Film gösterilmeden önce iyi bir reklâm geldi. Bu o camianın hep yaptığıdır zaten. İlgi uyandırıldı filme karşı. Gösterime girdiğinde de övgüler dizildi. Filimden çıkanlara sorular soruluyordu canlı yayınlarda ve ağlamaklı ve muhteşemli cümleler alınıyordu…
Sonra birden işler tersine döndü. Gök gürledi, şimşekler çaktı, fırtınalar koptu, kara bulutlar sardı ortalığı ve bir eleştiri sağanağıdır başladı. Arkasından da bir aforoz bombardımanı...
Önceleri tartışmalardan memnun olduğunu söylüyordu sayın Dündar. “Tartışmaya değmez bir şey yapmak istemem” gibi güzel cümleler kuruyordu. Hala öyle mi düşünüyor, bilemem.
Ben filmi görmedim. Görmek de istemem. Ama duyduklarıma göre filimde resmi söyleme aykırı şeyler de varmış. Eleştiri odakları ise enteresan: “Atatürk yok ayyaş, yok kimsenin sevmediği, en yakın dava arkadaşlarının bile terk ettiği yalnız ve mutsuz bir adam olarak gösteriliyormuş. Yok, gayr-ı meşru ilişkilerden evlat edindiği izlenimleri veriliyormuş,” falan filan…
Bazıları da “izlemeye değmez, yeni bir şey yok” diyor, daha önce bilinmedik, yazılmadık bir şeyin olmadığını söylüyorlar. Onlara göre Can Dündar bildiğinin binde birini bile filmine koymamış. Koparılan gürültüler tamamen duygusal gereksizliklermiş…
Diyeceksiniz ki “Sana ne? Nedir bu ilgi? Nedir bu hem ilgisiz görünme, hem de Meraklı Melahat çelişkisi?”
Haklı olabilirsiniz. Benimkisi şunu söylemek için:
Yaaa, işte böyle sevgili Can Dündar! Arkadaşlarının düşünce ve ifade özgürlüğüne verdikleri değer bu!
Eleştiriye tahammülleri bu!
Farklı yaklaşıma tepkileri bu!
Bunu sen yaptığın halde aforoz edilirsen, acaba bunu dindar kimlikli biri yapsaydı, daha neleeer neler olurdu kim bilir?!
Bu gürültü bu kadarlıkla kalır mıydı?
Hatta içimden geçiyor, onu da diyeyim bari; ya sen derdin acaba? Sen de onlara katılır mıydın o zaman, yine böyle sakin sakin durur muydun?
Yaa, işte böyle sayın Dündar! Bizim neler çektiğimizi anla artık bu bağnaz ve yobaz tayfasından!
Bir şeyi severken veya överken gösterdikleri kafa kalitelerini gör…
Belki böylece bizi de anlarsın…