Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İyi ki Bay Baykal, benim avukatım değil!

İyi ki Bay Baykal, benim avukatım değil!

Her sabah olduğu gibi, dün sabah da gazeteye gelmeden önce “televizyon haberleri”ni izledim... Hani, “eften-püften” deriz ya, hani “incir çekirdeğini doldurmayacak” derecede “önemsiz” buluruz ya, işte öylesine haberler vardı televizyonlarda... Bir an düşündüm; “Bunların hiçbirisi birinci sayfaya girecek önemde haberler değil”... O halde hangisini “manşet” yapacağız, hangisini ikinci veya üçüncü haber olarak kullanacağız?.. Öyle ya; bu gazete çıkacak ve okuyucuya “haber” verilecek...
İşte bu düşüncelerle gazeteye gelirken, yolda “radyo”ları dinledim... Aaa, o da ne?.. “Ekonomik kriz”den, “işsizlik”ten, “kapanan fabrikalar”dan, “doğalgaz zammı”ndan, “Ergenekon Dâvâsı’nın sipariş bir dâvâ olduğu”ndan başka bir haber yok...
Bir an için, bu “felâket tellalları”na bakıp; “bittik, batıyoruz” diye düşünmeye başladım...
Ama sonra düşündüm ki; bu krizin “asıl sebeplerini” ve “asıl sorumlularını” gözlerden gizliyorlar!..
Öyle ya; ortada bir “kriz” varsa, onun bir “ana”sı ve “ebe”si olmalı değil mi?.
Televizyonlar ve radyolar bunu niye söylemiyor?
İşte bu düşünce ve sorularla geldim gazeteye...
Biraz sonra “Yayın Kurulu” toplandı ve haberler okunmaya başlandı... “Haber Merkezimiz”den, “Ankara Büromuz”dan “Anadolu’daki muhabirlerimiz”den ve “ajanslar”dan gelen haberler o kadar çoktu ki, onların “okunması” bile tam 2.5 saat sürdü.
Neler vardı, neler...
“Ergenekon”dan tutun da “Benzin soygunu”na kadar... “Deniz Feneri”nden tutun da, “Baykal’ın, çarşaflı hanımlara rozet takması”na ve “CHP’li Belediyeler”in “resmi araçlı provokasyonu”na kadar, bir sürü haber!..
Dedim ya, bu haberlerin sadece okunması ve üzerlerinde tartışılması bile tam 2.5 saat sürdü.

BAYKAL, İYİ Kİ BENİM AVUKATIM DEĞİL!
Bugünkü 1. sayfamızda da göreceğiniz gibi, “Ergenekon Terör Örgütü” ile ilgili dâvânın gelişmelerini “sürmanşet”ten, “benzin vurgunu” ile ilgili haberi ise “manşet”ten verdik... Çünkü, her iki olay da, “Türkiye’deki kriz süreci”ni izah edecek en iyi olaylar!.. Öyle ya; birileri “kriz” üretiyor, birileri de “rant”ını yiyor!..
Meselâ Ergenekon Terör Örgütü Dâvâsı!..
CHP Genel Başkanı Bay Deniz Baykal, dünkü CHP Grubu’nda yaptığı konuşmada “Ergenekon Terör Örgütü’nün avukatlığı”na devam ettiğini deklâre edercesine diyordu ki;
“Bu dâvâ; Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi itham mekanizması olarak işletilen bir süreç sonunda ortaya çıkmıştır!..
Bu dâvâ, siyasi siparişle ortaya çıkmış bir davadır. Tepeden inme gelen bir davadır, aşağıdan yukarı giden bir dava değildir. Savcıların ürettiği bir dava değildir. Başından beri, uzun uzun konuştuk. O konuşmalarımı bir kitap halinde çıkarıp ortaya koyacağız!..
Somut delillere dayanması gereken iddianame, bir faciadır!.. İnsanlar önce tutulmuştur, sonra sorgulanmıştır. Sorgulandıktan sonra iddianame yazılmıştır. İnsanlar önce sorgulanmış, sonra iddianameye malzeme aranmıştır. Böyle iddianame olur mu?”
Lütfen dikkat!..
Bu sözleri sarfeden adam, bir “avukat”tır!.. Hem de; eften-püften bir avukat değil, basbayağı iyi bir avukattır!.. O kadar iyi bir avukattır ki; “servetimi avukatlıktan kazandım” diyecek kadar!..
İşte bu “Avukat Baykal” şimdi kalkmış diyor ki;
“İnsanlar önce tutulmuş, sonra sorgulanmış, daha sonra da iddianame yazılmıştır!”
Ya, ne olacaktı ki?..
Türkiye’deki “hukukî süreç” zaten böyle işlemiyor mu?.. İnsanlar, önce “şüpheli” olarak “gözaltı”na alınıyor, Emniyet’te “ifade” veriyor, daha sonra “Savcı tarafından sorgulanıyor” ve savcı gerekirse “serbest” bırakıyor, gerekirse “tutuklanması” talebiyle “mahkeme”ye sevkediyor!.. Mahkeme de; duruma göre ya serbest bırakıyor ya da tutuklayıp, cezaevine gönderiyor!..
En sonunda da; savcılar, “iddianame”lerini hazırlıyor ve “yargılama” başlıyor!..
Türkiye’de hep olan, budur!.. Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik “operasyon, gözaltı, ifade, sorgu ve tutuklama süreci” de bu şekilde işlemiştir!..
Yani, bir anormallik yok!..
Peki, Baykal ne demeye çalışıyor?..
Tamam; “Ergenekon Terör Örgütü’nün harici avukatlığı”na soyunmasını anlıyorum da, biraz “hukuk” öğrense iyi olur gibime geliyor!..
Ve ayrıca, “Ergenekon sanıkları” adına seviniyorum... Kendilerini “kürsü”lerde savunan Baykal, iyi ki “mahkeme”de savunmuyor!..
Çünkü Bay Baykal, “hukuk faciası bilgi”lerle onları savunmuş olsaydı, herhalde hepsini “müebbed”e mahkûm ettirirdi!..
Dedim ya;
Kendilerini iyi ki Baykal savunmuyor!..
Yatsınlar-kalksınlar, buna dua etsinler!..
Ben de dua ediyorum;
Baykal, iyi ki benim avukatım değil!..

İSTİKLÂL MAHKEMELERİ’Nİ UNUTTU
Sözlerine devam ediyor Bay Baykal;
“Ayıp oluyor. Yanlış oluyor. Yazık oluyor. Bu manzaralara çok üzülüyorum. Devletin en yüksek noktalarında şaka konusu ama orada yaşayan insanlar için, o insanların aileleri için çocukları için varlıkları, şerefleri, haysiyetleri, namusları çiğnenmiş vaziyette.
Çağın büyük bir faciasını, 70 milyonun gözü önünde yaşatıyorlar.
Ben de bundan ıstırap duyuyorum... Olmaz.”
Neymiş, neymiş; “çağın faciası” imiş!
Çünkü, insanların “şeref, onur, haysiyet ve namus”ları çiğneniyormuş!..
Merak ediyorum;
“Ergenekoncular” haricindeki insanlar “insan” değiller midir?.. O insanlar “yargısız infaz”lara, “linç”lere maruz kalırken, acaba Bay Baykal neredeydi?.. Bisikletiyle mi geziyordu, yoksa denizde mi yüzüyordu?..
Öyle ya;
Bu ülkede; sırf “başörtüleriyle okumak” isteyen “İHL’li kız çocukları”nın incecik bileklerine “kelepçe”ler geçirildi, yerlerde sürüklenip sırtlarına “sopa”lar indirildi!..
Ya, Merve Kavakçı’ya yapılanlar?.. Onun “onur, şeref ve haysiyeti” ayaklar altına alınıp, hem de gece karanlığında evi basılır ve çocukları da okulda taciz edilirken Bay Baykal neredeydi acep?..
Bugün, “çarşaflılara rozet” takmasını biliyor, peki “Başörtülü Merve Kavakçı”ya hem yargı, hem medya ve hem de siyasi linç uygulanırken, niye “Merve Hanım’ın avukatlığı”nı üstlenmedi?..
Ne yani; “Baykal’ın avukatlığını yaptığı Ergenekoncular” insandır da, 70 milyon insan “insan” değil midir?
Neymiş, “çağın faciası” imiş!..
Atma be Deniz Bey;
Ne de olsa “din kardeşi”yiz!..
İstiklâl Mahkemeleri’ni nasıl unutursun?.. Hani; “Sanıkların idamına, şahitlerin bilâhare dinlenmesine” şeklinde kararlar veren “Üç Ali”lerin İstiklâl Mahkemeleri vardı ya, işte onları, nasıl unutursun?..
Çünkü o mahkemelerde, Ergenekon’da olduğu gibi “80-90 sanık” değil, “binlerce insan” yargılandı ve çoğu da “idam” edildi!..
Eğer “çağın faciası”ndan söz edeceksek, işe “İstiklâl Mahkemeleri faciası”ndan başlamak lâzım...
Çünkü o mahkemeler, sadece “facia” değil, aynı zamanda “Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzkarası”ydı!..

TEKİN... DÜN İNKÂR, BUGÜN İTİRAF!
Bana kalırsa Bay Baykal, “neyi veya kimi” savunduğunun pek farkında değil galiba... Ya da; “öncü sarsıntı”ları görünce, “asıl depremi” önlemeye çalışıyor!..
Öyle ya;
Dâvânın “kilit” isimlerinden biri olan Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, bülbül gibi ötmeye başladı!..
“Alparslan Arslan’la 3-4 defa yüz yüze görüştüm!.. Ataşehir’deki toplantıya katıldım!.. Veli Küçük’ün elini ilk gördüğüm yerde öpeceğimi söyledim, öptüm!”
Bu “itiraf”lar şunun için önemli:
Muzaffer Tekin, tutuklanmadan önceki ifadelerinde “Alparslan Arslan’ı hiç tanımadığını” söylemişti!..
“Telefon kayıtları” ortaya çıkınca, “telefonda görüşmüş olabileceğini” söylemeye başlamıştı...
Şimdi ise, “3-4 defa yüz yüze görüştüklerini” itiraf ediyor ki, bu ifade son derece önemlidir!..
“Veli Küçük’le ilişkisi” de son derece enteresan!..
Gerek Veli Küçük, gerek Muzaffer Tekin; basına yansıyan ilk ifadelerinde “aralarında hiç samimiyet olmadığını” iddia ediyordu!..
Ama, şimdi şimdi ortaya çıkıyor ki;
Muzaffer Tekin; “elini öpecek kadar” Veli Küçük’e hayrandır!.. Veli Küçük de; “daha ilk karşılaşma”larında kendisine “Süleyman” diye hitap edecek kadar Muzaffer Tekin’e sevgi duymaktadır!..
Bu “insanî unsur”ları, bu “ruh hali”ni gözardı ederseniz, “etten-kemikten delil” aramaya başlarsınız ki, o zaman hiçbir sonuç elde edemezsiniz!..
Bay Baykal da; “insan” dediği sanıkları bir “robot” olarak görüyor ve onlardaki “parça”ları “delil” kabul ediyor olmalı ki; işi “sulandırmaya” çalışıyor!..
Oysa, insanlar “makine” değillerdir ve “al sana delil” diyecekleri bir “parça”ları yoktur!..
İnsanları eleveren “ilişki”leridir, “bağlantı”larıdır!..
Peki, sormak gerekmez mi;
“Birbirlerini tanımayan”(!) bu insanlar, “hemen her platformda” niye ve nasıl bir araya geliyorlar?..
Ne yani;
“Çelik-çomak” veya “saklambaç” ya da “ceviz oynamak” için mi buluşuyorlar?..

ERUYGUR’UN HASTALIĞINA KİMSE İNANMIYOR
Bay Deniz Baykal, “Ergenekon Terör Örgütü’nün avukatlığı”na soyunmuş ama; “kişi”lerden de haberi yok, “olay”lardan da!..
Meselâ demiş ki;
“Eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur, çok ağır sağlık sorunuyla karşı karşıyadır!”
Mı acaba?..
Bana öyle geliyor ki; Emekli Org. Şener Eruygur’un sağlık sorunu bulunduğuna; “Baykal” ve “ulusalcılar” dışında hiç kimse inanmıyor!..
Hele “uzmanlar” hiç inanmıyor!..
Meselâ; Adli Tıp Uzmanı Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı’ya göre Ergenekon sanığı Emekli Org. Eruygur’un Kandıra Cezaevi’nde düşmesi, boynunda kırık oluşması ve felç olması Adli Tıp’ça araştırılmalıdır.
Fincancı, insan boyu mesafeden düşmeler sonucu böyle kırıklar oluşmayacağını, beyin kanaması meydana gelmeyeceğini belirterek, soruyor:
“Darbeye mi maruz kaldı? Birisi bilerek onu itti mi? Eruygur cezaevinde yaralandığında bu sorular herkesçe soruldu. Bunun üstünü örtmek sıkıntı verici bir durumdur. Davanın seyrine ilişkin kuşkuya neden olur.”
Demek oluyor ki;
Eruygur’un hastalığı da palavra!..

O BOMBALAR NEYİN NESİ?
Buyurun bir palavra daha...
Muzaffer Tekin, kendi ofisinde yapılan aramalar esnasında ele geçirilen “el bombaları”nın “eğitim amaçlı” olduğunu ileri sürüyor ve dahasını da söylüyordu:
“Bu bombalar eğitim amaçlıdır ve 25 yıllıktır!.. Hakikisine çok yakın parçalarla el bombası eğitimi veriyorduk!.. Bu işi gerçek bombalarla yapmayız!..
Bunlar da o zamandan kalmış hatıradır!”
Evet, Muzaffer Tekin bunları söylüyordu ama, dünkü “çapraz sorgu” esnasında gerçek ortaya çıktı!..
Müdahil avukatlardan Bülent Utku, Tekin’in iddialarını çürüten belgeleri sundu mahkemeye ve dedi ki;
“Muzaffer Tekin, ofisinde bulunan el bombalarının eğitim amaçlı olarak kullanıldığını söylüyor... Ama biz araştırdık ve gördük ki; eğitim amaçlı el bombalarının tapa numarası ile Tekin’in işyerinde bulunan bombaların tapa numarası aynı değildir!.. Demek ki, ofiste bulunan bombalar eğitim amaçlı bombalar değildi!”
Daha bunun gibi, nice “delil” ve nice “bağlantı” var ki, bütün bunlar “duruşma süreci”nde ortaya çıkacak ve Türkiye’nin ne büyük bir “terör örgütü”yle karşı karşıya bulunduğu gözler önüne serilecek!..
Bana kalırsa, Bay Baykal, Türkiye’yi sallayacak işte bu “büyük deprem”in önüne geçmeye çalışıyor!..
Ne yaparsın ki;
“Mikrofon”lar onun ağzına tutuluyor ve Türk halkı “onun sesini” duyuyor!..
“Ekran”lara çıkarılan ve “halkı görmesi istenen”ler, hep onlar!..
Halk, hep “onların sesi”ni dinlediğinden ve hep “onların yüzü”nü gördüğünden dolayıdır ki; “gerçeği, sadece onların dillendirdiğini” zannediyor!..
Medya, halkı işte böyle aldatıyor!..
Aldanma, uyuma ey halkım!..
Sen Vakit okuru... Sen, hiç uyuma!..
Alman yargısı, Nazi kafalı!
Kanal 7 ekranlarında yayınlanan bir haberde, “Almanya’daki Deniz Feneri Dâvâsı”nın “gerekçeli karar”ında haklarında “tek bir delil” bulunmayan,”savunma”ları alınmayan ve hatta “savunma imkânları” bile bulunmayan insanların “suçlu” ilân edildiği, bunlar arasında “Kanal 7 yöneticileri”nin de bulunduğu ifade ediliyordu..
Aslında, hiç şaşırmadım… Çünkü ben; Almanya’ya “demokrasi” geldiğine hiç inanmadım… Bana kalırsa, Almanya’da “Hitler Faşizmi” hâlâ devam ediyor!..
Yargıya da “bu kafa” egemen!..
“Nazi kafası” o kadar egemen ki; bazen “yargılama” yapmaya bile gerek duymadan “suçlu” ilân edip, anında “infaz” ediyorlar!..
“Vakit’in Almanya baskısı”nı yasaklayan kafa, işte bu kafadır!..
Hâlâ mahkeme yok, hâlâ duruşma yok iyi mi?.. Ama Vakit, Almanya’da yasak!..
Ben, “Alman yargısı”nın kararlarını “hukukî” olduğuna hiç inanmadım. Onların kararları “siyasî ve ideolojik”tir!..
Tıpkı; bizim “İstiklâl mahkemeleri”nin işlevini gören “Halk mahkemeleri”nin kararları gibi!..
O mahkemelerde de, “3 insandan biri idam” edilmişti, iyi mi?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi