Bir devrin dine bakışı
Hürriyet yazarı Ertuğrul özkök’le birlikte bazı yazarlarla aydınlar “Cumhuriyet döneminde dindarlara hiçbir baskı uygulanmadığını” savunuyorlar.
Buna karşılık, dindar kesimin yazarları ise, “Dindarların hemen her dönemde baskı gördüğünü, bazı dönemlerde ise baskının dozunun arttığını” söylüyorlar.
Acaba hangi taraf haklı?
Evvela şunu söylemem gerekiyor: “Cumhuriyet döneminde dindarlar baskı görmedi” diyenlerle “hayır baskı gördü” diyenlerin, öncelikle “dindarlar”ı tanımlamada uzlaşmaları lâzım.
Kimleri “dindar” sayıyorlar? Ezanın “Muhammedî” kimliğinden çıkarılıp “Türkî” (Türkçe) bir kimliğe büründürüldüğünden (1932) dolayı canı yanmayan, içi sızlamayan, kendini kapana kısılmış gibi hissetmeyen “Müslümanlar” da “dindar” mıdır?
Dindar iseler, hiçbir cumhuriyet hükümeti döneminde, bu tür dindarlara baskı yapılmadığına ben de şahidim!
Camiler satılırken, (satılan ve başka amaçlar için kullanılmak üzere kiraya verilen camilerin uzun bir listesini daha önce yayınlamıştım, gerekirse gene yayınlarım), imam yetiştiren okullarla Kur’an öğreten kurumlar arka arkaya kapatılırken, Sultanahmed Camii’nin “Resim ve Heykel Müzesi”ne dönüştürülmesi teklif edilirken, olup bitenleri umursamayan “Müslümanlar” da “dindar” mıdır?
Dindar iseler, hiçbir cumhuriyet hükümeti döneminde, bu tür dindarlara baskı yapılmadığına ben de şahidim!
Hac yasaklanırken, Kutsal Kâbe “tavla zarı”na benzetilirken (aşağıda delillerini vereceğim), Osmanlı ve Selçuklu tarihi ders kitaplarından çıkarılırken, içlerinde Allah-Peygamber aşkı var diye Türk sanat ve Türk halk musikisi radyolardan kovulurken kılı kıpırdamayan, yüreğinde hiçbir kırıklık duymayan “Müslümanlar” da “dindar” mıdır?
Dindar iseler, hiçbir cumhuriyet hükümeti döneminde, bu tür dindarlara baskı yapılmadığına ben de şahidim!
Ders kitaplarında vahiy, Hz. Cebrail, melekler, cinler, Peygamber-i âlişan, hatta Kur’an inkâr edilirken, kutsal değerlerine tam bir tecavüz vaki olduğunu düşünüp içi ürpermeyen “Müslümanlar” da “dindar” mıdır?
Dindar iseler, hiçbir cumhuriyet hükümeti döneminde, bu tür dindarlara baskı yapılmadığına ben de şahidim!
Şapka inkılâbından iki yıl önce yazdığı bir kitap yüzünden İskilipli Atıf Hoca, ezanı aslına döndürdüğü için de Adnan Menderes asılırken imanı titremeyen “Müslümanlar” da “dindar” mıdır?
•
Artık delillere gelelim… Kanaatim şu ki, ders kitaplarına bakıp nasıl nesiller yetiştirilmek istendiğini kestirmek mümkündür. Ders kitapları, hâkim zihniyetin "insan" projesini ele verir.
İnançlar ve düşünceler “kişiye özel” kaldığı müddetçe, yani kitaplaştırılarak neşredilmemesi hâlinde zihni egzersizler olarak değerlendirilebilir. Ancak bir düşünce kitaba intikal etmiş, hele de ders kitaplarına geçmişse, artık bunun şahsiliği kalmamış demektir.
Söz konusu ders kitabının adı: “Tarih II”… Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (bugünkü Türk Tarih Kurumu) tarafından kaleme alınan bu kitap, Maarif Vekilliği Talim ve Terbiye Heyeti’nin 12.6.1932 tarih ve 11 sayılı kararı ile ders kitabı olarak kabul edilmiş ve lise ikinci sınıflarda yıllarca okutulmuştur.
Şimdi kitabın Kur’an’a bakışını görelim: “Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’ân denir...”
Tam bir inkâr fırtınası! Bunu “dine baskı” olarak algılamayacak ve kendini baskı altında hissetmeyecek bir “dindar” düşünebilir misiniz?
Kâbe bahsine gelelim: Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir. (Benzetmeye dikkat!) Filhakika Kâbe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an’anesi Kâbe'nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir.” (Bunu Arap an'anesi değil, doğrudan Kur'ân-ı Kerim söylüyor)
İnkâr ve hakaret sürüyor: “Araplar'ın aralarında yayılan bu an'aneye göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail'i buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı; İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe'yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücellâ olan Haceriesvedi (olduğu gibi yazıyoruz) getirmişti; bu taş sonradan günahkârların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır.” (Sayfa: 85)
Hacer-ül-esved hakkında ise şunlar yazılı: “Bu mukaddes karataş an'anesi aynen Friklerde de vardı. Friklerin mukaddes sayarak ihtiram ve ibâdet ettikleri Karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde, kadîm Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kudsiyeti an'anesi bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki, Kâbe'nin bir köşesindeki Karataşın kudsiyet almasından, ziyâret ve tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde Karataşın mâbet ve ziyaretgâh esası olması âdeti teessüs eylemiş bulunuyordu.” (Sayfa: 85)
Bu hezeyanları kabul edenler de “dindar” iseler, bırakınız dindarlığı “Müslüman” iseler, hiçbir cumhuriyet hükümeti döneminde, bu tür Müslümanlara baskı yapılmadığına kefil olabilirim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.