İstanbul hakkında
Berlin’den Dilâra Hanımefendi tarih boyunca İstanbul’un isimlerini soruyor.
Bilebildiğim kadarıyla, İstanbul’un bilinen ilk adı “Bizantion”dur...
Sonra Septimius Severus’un saldırısına uğrar. İstanbul’da taş üstünde taş bırakmayan Septimius Severus, yakıp yıktığı şehri yeniden inşa edercesine onardıktan sonra, oğlu Antonia’ya izafeten şehre “Antonia” adını verir.
Şehir idare merkezi olduktan sonra ise, “Secunda Roma” (İkinci Roma) olarak anılmaya başlanır. Bunun yanı sıra “Nova Roma” (Yeni Roma) ve “Bizans Roması” da denmektedir. Hattâ bazı yazışmalarda “Anthusa” ismine de rastlanır.
Derken Konstantin gelir ve ikinci kez kurar. Ve şehre, ikinci kurucusunun hatırına “Konstantin’in şehri” anlamına gelen “Konstantine Polis” denmeye başlanır. Fakat herkes aynı ismi kullanmamaktadır...
Slavlar İstanbul’a “Tsarigrad” (imparator şehri), Vikingler, Mihail isimli bir imparatordan dolayı, “Miklagrad/Miklagord”, Ermeniler “Konstandinu Kalak”, Araplar “Kustantina”, Osmanlılar ise “Kostantiniyye” isimlerini kullanırlar.
Fetihten sonra, kimi zaman “Konstantiniyye”, kimi zaman “Der Saadet” (Saadet kapısı), “Der-i Devlet” (Devlet kapısı), “Asitane-i Saadet”, “Ümm-i dünya”, “Darü’s- Saltanat”, “Dar’ü-l İslam” ve “İslambol” gibi isimler ve sıfatlar kullanılır.
Nihayet “İstanbul”da karar kılınır ve inşallah ebediyen “İstanbul” kalır.
•
Duriye Yanmaz;
“İstanbul’un yedi tepesinden bahsedilir, ama ben İstanbul’da tepe filan görmedim. Yoksa tepeleri düzleyip futbol sahası mı yaptılar? Şaka bir yana, yedi tepenin yerlerini yazarsanız sevinirim.”
• İstanbul Roma örnek alınarak tepeler üzerinde kurulmuş bir şehirdir. Tepelerin sayısı 7’dir. (Daha doğrusu idi)
1. Tepe: Üzerinde Ayasofya bulunan Akropolis Tepesi (Rakım 40 metre).
2. Tepe: Forum Constantini; bugünkü Çemberlitaş denilen bölge (Rakım 50 metre).
3. Tepe: Forum Theodosii; bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu tepe (Rakım 60 metre).
4. Tepe: Fatih Camii’nin bulunduğu tepe (Rakım 60 metre).
5. Tepe: Sultan Selim Camii’nin bulunduğu eski Aspar Tepesi (Rakım 50 metre).
6. Tepe: Harisios Tepesi; Edirnekapı bölgesi (Rakım 78.5 metre).
7. Tepe: Ve bugünkü Çukurbostan semtinin bulunduğu tepe.
•
Muhittin Kâhya/ İstanbul;
“İstanbul’un kesin kuruluş tarihi belli mi?”
Belli ama bir sürü efsane ile karışık olarak...
İstanbul’un Megaralılar tarafından kuruluşu efsanelere dayandığı için, kesin kuruluş tarihi bilinemiyor. Ancak İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapan İmparator Konstantinus’un şehri inşa ve imar ederek yeniden kurduğu tarih bellidir: Milâttan Önce 330.
324 tarihinde başlayan çalışmalar 330 yılında bitirilmiş ve tabir caizse, şehir 11 Mayıs 330’da resmen “hizmete” girmiştir.
MÖ 513 yılında Perslerin, 405 yılında Spartalıların, daha sonra Atinalıların işgaline uğrayan şehir, M. Ö. 74 yılında Roma egemenliğine girmiştir. M. S. 73 tarihinde ise tümüyle Roma İmparatorluğu’nun malı olmuştur.
•
Aysel Bursalı;
“Tarihçi İsmail Hami Danişmend’in ‘Tarihi Hakikatler’ isimli eserinde okuduğuma göre, fanatik Yahudilerin Hz. İsa’yı çarmıha gerdikleri haç İstanbul’da, Çemberlitaş’ın altında imiş. Bu bilgi ne kadar doğru?”
• Bu son derece tartışmalı bir konu Aysel Hanım. Bu tartışmaya katılanlardan biri de “Tarih-i Devlet-i Rumiye”nin yazarı Hüseyin Çelebi’dir. Hüseyin Çelebi, Hz. İsa’nın gerildiği haçın, İstanbul’a getirilerek Çemberlitaş’ın altına konulmuş olduğunu söylüyor. İddiaya göre, İmparator Konstantinus’un annesi Helena, Kudüs’te bulduğu bu haçı İstanbul’a getirmiş ve taştan bir hücrenin içine koydurmuş. Çemberlitaş sütunu işte bu amaçla inşa edilmiş.
Bazı kaynaklara göre, Haçlıların İstanbul’u kuşatma sebeplerinden biri bu rivayettir. Danişmend Hocam, bu rivayeti tekrarlıyor, ancak bu konuda tarihçiyi ikna edecek kesinlikte bir delil yok.
Sanat tarihçisi Semavi Eyice Hoca’mın naklettiklerine bakılırsa Batılılar bu rivayete adamakıllı inanıyorlar.
Semavi Eyice Hocam şöyle diyor: “Anıtın (Çemberlitaş’ın) kaidesinin içinde Hz. İsa’nın bazı kutsal kalıntılarının olduğu yolundaki bir söylenti üzerine, İstanbul’un 1919-1923 arasındaki işgali sırasında, çevredeki bir kahvehaneden anıtın içine girmek için kaçak bir kazı yapılmıştır. Benzer bir girişim de 1929’da Danimarkalı Teosof (dini hatıralar araştırıcısı) C. Vett tarafından E. Mamboury’nin yardımı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar kaidenin içine ulaşamamışlar, ama önceki kaçak kazının izlerine rastlanmıştır.”
Bildiklerim bundan ibarettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.