Abdurrahman göreve!
Ülkedeki siyasi tablodan algıladığımız manzaralar oldukça ilginç... Bir köşede CHP ile DSP’nin tarihi hasmı olan “çarşafa rozet” takma merasimleri, diğer tarafta ona cevaben, Erdoğan’ın başı açık kadınları partiye dahil etme çabaları...
İşin aslı, kozların yer değiştirmesi olunca, al birini vur öbürüne...
Siyasetin bu kadar dibe vurduğu bir devir yaşamadı Türkiye... Oy uğruna bütün tabuların bir anda yıkılıp yine bir anda nasıl ayağa dikildiğine tüm ülke şahit oluyoruz...
Diğerleri nasıl olsa bizden, şu bizden olmayanları kafaya alıp oylarını cebe indirmek politikası.... Halk siyasiler tarafından kirletilmiş bu tip tabloları yaşarken içimizde kırılan dökülenlerin haddi hesabı yok... Baykal, kerhen partisine çağırdığı çarşaflı hanımlarla tokalaşmayı yeğlerken, Erdoğan’ın güreşçiler gibi kadınların kollarını havaya kaldırarak zafer işareti vermesi seçmeni tarafından pek de alışılan bir hareket değil...
“Ne bu hal?” diye soranların alacağı cevap belli... Birisi üzerindeki gömleği çıkardığını simgeliyor, diğeri de bir deneme olsun diye çıkan gömleği politika gereği giyinmek için antrenmanlar geliştirmeye çalışıyor...
Siyasi atmosfer bu, ama içerinden Ergenekon mu çıkar, yoksa 33 askerin ihmal yüzünden Bingöl karayolunda PKK’lılar tarafından şehit edilme suskunluğu mu?
Yoksa, çocuğu namaz kıldı diye komutanı tarafından uzun nöbetlerde tutularak cezalandırılan şehit annesinin feryatları mı? Her ne kadar 34. asker ekranlara çıkıp kendilerini birilerinin silâhsız PKK’lılara teslim ettiğini söylese de, yetkililerin ona da vereceği cevap bellidir; kolayından “Ordu düşmanlığı” suçlaması... Bu suçlama Vakit, Taraf gibi gazetelerin kökten susturulması için yeter de artar bile... “Ordu aleyhtarı” demesinler diye hep susuyoruz...
Bu arada CHP çarşaflı kadınlara rozet taktı diye Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek tarafından Yargıtay Başsavcısı’nın göreve çağrılış olayı geniş çevrelerde yankı yapsın dursun, düzen aynı düzendir... Ne tarihi tablolar değişiyor, ne de kimseler görev üstlenip CHP’yi kapatmak uğruna harekete geçiyor... Çünkü Baykal, aklı sıra bu arenayı iyice ayarlamış... Başörtülülerin tamamı çağdaş laiklik karşıtı değilmiş, onların hangileri laiklik karşıtı ise, Baykal bir bakışta tanıyıp partisine çağırabiliyor.
Yeni bir buluş, yeni bir deha...
Talebelik yıllarında bir arkadaşım tarikatın birisine neden girdiğini benzer gerekçelerle açıklıyordu... Hocaefendinin ruhaniyeti sayesinde zanlı olan kişilerin suçlu olup olmadığını “içe bakış metodu” sayesinde şippadan anlayacakmışız!.. Şahitleri dinlemeden, deliller toplamadan...
O gün ona gülüyorduk, bugün de koskocaman bir partinin genel başkanına tuhaflaşıyoruz.
Asıl sorumuz, Baykal bu olayda ne kadar ileri gidebilmiştir?.. Çünkü, çarşaflı dediği hanımları ekranlarda iki şekilde görüyoruz. Bir kısmı nine yaşlarında... Diğerleri de utanmalarından olmuş olacak ki yüzlerini kameralardan saklıyor... Evden kaçmışa benziyorlar...
Sayın Baykal’ın bu aşamada ne yapması gerektiğini Habertürk programına katılan Sayın İsmail Nacar da söyledi: “Bugünden tezi yok hemen harekete geçmek...”
Nasıl hareket? Cehapesel hareket mi, yoksa gerçekten yasağı kaldırmak noktasında parti başkanlarını uzlaşmaya çağırmak mı?
Yoksa CHP İstanbul İl Başkanı’nın söyledikleri pek tatmin edici değil: “Efendim gelenlere kapımızı kapatalım mı?” Kapatmayın, politika kapısı han kapısı gibidir, kapatılmaz...
Orası tamam da, buradan şu anlam da çıkıyor... CHP demek ister ki, başörtülüleri bize oy vermeye çağırıyoruz, aday olmaya değil, hem de ülkedeki kamusal alanlarda başörtüsü yasağını kaldıracağız diye bir vaatte bulunmadık; bulunmayız da...
Hava böyleyse, o zaman yeniden başa döneriz... CHP’nin “uzlaşma” dediği eski tas eski hamam olur. Eskiden örtülüleri gerdiği gibi, bugün de bir başka versiyonda gererse, sonucunda kendisi zararlı çıkar; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş olur...
CHP liderinin attığı taşlar ürküttüğü kurbağalara değmeyecek...
Sayın Başbakan’ın Baykal’a verdiği cevap bu açıdan bence önemli.
“Sözünde dik dur...”
Şimdi tüm gözler Baykal’da, dik durup durmayacağı, ya da başörtü zulmüne karşı ne kadar hürriyetçi tavır takınacağını atacağı müspet adımları gözleyerek anlayacağız...
Yoksa işler Temel’in fıkrasına döner...
Hani Temel zil zurna sarhoş... Karşısına mahalleden rakibi çıkınca tutuşuyorlar... Temel yumruğu yiyince yerlere seriliyor, arkadaşı da durmadan bağırıyor...
“Ula Temel vursana...”
Temel, “Ula uşağum vuracağum ama, dik duramıyorum...”
Sayın Baykal, inanç noktasında yıllardır partisini halka açamadığı gibi, rakibine vurması için de dik durması gerekiyor... Gidişat gösteriyor ki Baykal, kavgada ama dik duramıyor ..
1946 öncesinin ideolojik sarhoşluğu hâlâ geçmedi...
Hem hükümet hem de muhalefet, başörtüsü zulmünde ketum da, Alevi açılımında hürriyetçi.
Kitapta, mihrapta, tarihte yeri olmadığı halde bir avuç ezansız Bektaşi’nin (gerçek Bektaşiler ezanlıdır) isteği doğrultusunda Cemevlerini “mabet”(!) olarak kabul etmeye yanaşan iktidarla muhalefetin, halkın % 80’ini teşkil eden örtülü hanımların istekleri olarak hürriyetçi tabloda neden bir araya gelemediklerini anlamış değilim...
Madem öyle, bu arada bizim de hakkımızı yemesinler....
Görünürde hiçbir iş yapmayan dedelere maaş bağlamaları durumunda ben de isterim...
Çünkü ben de dedeyim, hem de iki torunum var, yetmez mi?..
(*) Emekli Hakim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.