Müslüman Harama, Talana, Soyguna, Sömürüye, Kirliliğe Rıza Göstermez
Bir iki sene önce birkaç kere duyduğum bir konu: Bazı derin ve güçlü dinsiz şahsiyetler, halka dayanan bazı sözde dindar kimselerin yolsuzluk yapmalarından pek memnunmuşlar. “Onlar faziletli, temiz, şeffaf olursa işimiz zorlaşır” diyorlarmış. Tabiî bunlar kendi aralarında konuştukları, kamuoyunda ise yolsuzluklardan acı acı şikayet ediyorlar. Makyavelist tutum...
Büyük medyada 21 istihbaratçı varmış. Bunlar köşelerinden dezenformasyon, kışkırtma, ortalığı karıştırma, dikkatleri asıl konulardan ayırıp başka yerlere çekme, halk kitlelerini yönlendirme işleri yapıyormuş.
Halkımızın bir kısmının beyni öylesine yıkanmış, akılları o derece karıştırılmıştır ki, önlerine gelen zokaları (büyük olta) hiç düşünmeden, incelemeden hemen yutuyor.
Ülkemizde yalanların saltanatı hüküm sürmektedir. Politikada yalan, kültürde yalan, tarihte yalan, her yerde yalan. Yalanların zifirî karanlığı içindeyiz. Bunun farkında mıyız?
Din konusunda da 60 yıla yakın bir zamandan beri ortalığa bir yığın yalan saçıldı. Reformcuların, dinde yenilikçilerin, Dinlerarası Diyalog taraftarlarının söylediklerinin kaçta kaçı doğrudur, kaçta kaçı yalandır?
Müslüman halk yığınlarını bozuk düzene entegre etmek istiyorlar.
Okullardaki din dersi kitaplarını incelerseniz, dine uymayan bir yığın bilgi bulacaksınız. İslâm dini ile resmî ideolojiyi barıştırmak istiyorlar. Böyle şey olur mu?
Şu bazı ilahiyatçılara bakınız, din ile dinsizliği, iman ile küfrü, nur ile zulmeti, doğru ile yanlışı bağdaştırmak için şeytana parmak ısırtacak hokkabazlıklar yapıyor.
Böylelerinin dediklerinin özeti şudur: Din dünya işlerine, idareye karışmasın... Böyle bir söylem, hâşâ, Allah dünya işlerine karışmasın demek değil midir?
Dinimiz temizlik, ibadet, namaz, oruç, zekat, hac işlerine karışacak ama ülke idaresine karışmayacak... İslâm’da böyle bir şey var mıdır?
Din dünyaya karışmasın, din sadece bir vicdan işi olarak kalsın diyen zihniyet şu memleketi ne hale getirdi. Siyaset kirlendi, sosyal hayat kirlendi, iş ve ticaret hayatı kirlendi, toplum kirlendi, eğitim kirlendi. Kirlenmedik ne kaldı?
Kafirler, münafıklar, zalimler, fasık ve facirler dinî hayatı bile çeşitli manipülasyonlarla kirlettiler. Şu birtakım İslâmcılara bakınız. Yemedikleri halt yok.
Bugün bu memlekette İslâm’a ve Müslümanlara en büyük zararı artık açık dinsizler değil Müslüman görünen münafıklar veriyor.
İslâm dini fazileti, yüksek ahlâk ve karakteri, temizliği ve şeffaflığı, mürüvvet ve fütüvveti emr eder. Dinimiz her türlü kirliliği ve pisliği sevmez. Müslümanlara fert (birey) ve topluluk olarak temizliği emr eder. Sadece dış temizliği değil, aynı zamanda iç temizliğini.
Dinimiz cünüplükten dolayı boy abdesti alıp temizlenmeyi emr ettiği gibi, manevî cünüplükleri de istemez ve onlardan da temizlenmeyi emr eder.
Haram yiyen Müslüman mânen bir tür cünüplük halindedir.
Haram kazanç, haram para, haram servet necistir, pisliktir, cehennem ateşidir. Cehennemlikler, kendilerini yakacak odunu dünyadan getirirlermiş...
İnsan, ceketinin cebinde bir paket domuz jambonu yahut pantolonun arka cebinde yassı bir şişede konyak veya rakı olduğu halde namaz kılabilir mi? Kılamaz.
Cüzdanında haram, kirli, hırsızlık parası olan kişinin durumu da böyledir.
“Ben senenin 11 ayında hırsızlığımı, soygun ve talanımı güzelce yaparım. Sonra hacca veya umreye giderim. Orada güzelce tevbe ederim ve anamdan doğduğum gibi tertemiz olur, yurduma akça pakça dönerim...” diyenler ya delidir, yahut katmerli münafıktır.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığında genel taqiyye yoktur. Taqiyye ancak zaruret (zorunluluk) halinde yapılabilir.
Müslüman yalan söylemez ve aldatmaz. Hile ve hüd’aya ancak savaşta izin verilmiştir. Bu da gayet tabiîdir.
Hiçbir vicdanlı Müslüman insî ve cinnî şeytanlardan fetva ve ruhsat alarak haram kazanç elde etmez.
Bazıları “Biz haram gelir ve kazançlarla dinimize hizmet ediyoruz...” diyorlar. Onlara inanan ahmaktır, salaktır.
Dine hizmet ediyorlarmış. Sevsinler onları!..
Din sömürüsü, mukaddesat bezirganlığı yapanlar cehennemlik fasık ve facirlerdir.
Diyanette çalıştığım zaman şu konuda bir fetva istenmişti: Karının biri uzun yıllar fahişelik yapmış, yaşlandıktan sonra randevu evi işletmiş, bu yolla büyük bir servet elde etmiş. Günahlarını affettirmek için bir cami yaptırmak istiyordu. O tarihte Diyanet’te “Müşavere heyeti” vardı. Bu isteğe kocaman bir “OLMAZ!” fetvası vermişti.
Haram, kara, kirli, necis parayla İslâm’a hizmet edilmez.
Eski mücahidler küffar ile yapılan gazalarda Şeriat hükümlerine uygun şekilde ganimet malı kazanıyorlardı.
Bir Müslüman ülkede, o ülkenin Müslüman halkından ganimet toplanmaz.
Dünün nice “namuslu” eşkıyası, bugünün kirli adamlarından bin kere temizdir. Çakırcalı Mehmed Efe’ler, Balçıklı Edhem’ler, Atçalı KelMehmed’ler bunların yanında Zemzemle yıkanmış gibidir.
Yahu hırsızlığın, eşkıyalığın da bir raconu vardır!..
Biz Müslümanlar öncelikle kendi evlerimizin içini temizlemekle, önünü süpürüp paklamakla yükümlüyüz.
Müslümanlar kendilerini temizleyip islah etmezse bu ülke kurtulmaz.
Müslümanlar güçlü olmalıymış... Elbette güçlü olacak ama haram para, kara ve kirli servetle değil.
En büyük güç ahlâktır, fazilettir, fütüvvettir, mürüvvettir, ihlastır, temizliktir, ilimdir, irfandır, kültürdür.
Yurdumuzdaki İslâmî hareketi kirletenlerin yatacak yeri yoktur.
Müslümanlar bütün kirli ve karanlık işlere cephe almalı, muhalif olmalıdır.
Tarihte bize örnek olacak büyükler çoktur. Üçünü zikredeyim:
SultanSelahaddin Eyyubî... Öldüğü vakit Şam sokaklarında dellal gezdirildi, “Ey ahali!.. Nice ülkenin hükümdarı olan Selahaddin öldü ve terekesinden cenaze masraflarını karşılayacak parası çıkmadığı için dostlarının verdiği para ile techiz, tekfin vs. masraflar görüldü...” denildi.
İkincisi Cezayir kahramanı Emîr Abdülkadir idi. O büyük mücâhid dünya malına tenezzül etmedi. Asgarî geçimi ve ihtiyacı kadar malı ve parası oldu.
Üçüncüsü Kafkasya kahramanı Şeyh/İmam Şamil’dir. O da dünyaya ve mallarına rağbet etmedi. Bir keresinde yaralanmış, günlerce komada kalmıştı. Ayıldığında ilk sorusu şu olmuştu: “Namaz vakti geçti mi?”
Müslümanlar!.. Sevgili Peygamberimiz çoğumuzun bildiği bir hadîslerinde şöyle buyurmaktadır:
Müslüman, bir kötülük (münker) görürse bunu eliyle fiilen değiştirir. Buna gücü yetmezse dil (ve yazı) ile kötüler, engel olmaya çalışır. Buna da gücü yetmezse kalben buğz (düşmanlık ve muhalefet) eder. Bu üçüncüsü imanın asgarisidir (yani bundan sonrasında iman elden gider).” Biz kötülüklere, münker işlere, haram yemelere, soygun ve talanlara en az kalben muhalif olmakla mükellefiz.
Sevgili vatanımız Türkiye’yi kurtarmak istiyorsak, devlet gemimizin (içinde biz olduğumuz halde) batmasını istemiyorsak temizlik ve şeffaflık için çalışmalıyız. Ülkemizin uluslararası temizlik notu 10 üzerinden en az 7 olmalıdır. Aksi halde bütün dünyaya rezil olmakta devam edeceğiz.
Küfre rıza küfürdür, zulme rıza zalimliktir, fısk ve fücura rıza isyandır.
Cenab-ı Hak, kullarına cüz’î irade ve seçme imkanı vermiştir; İyiliği, salâhı, doğruluğu, temizliği, ahlâkı ve fazileti, ihlası, mârufu seçelim... Münkeri, pisliği, haramı, nifakı seçmeyelim.
İyiliği seçer, iyilik için çalışırsak Mevlâmızı buluruz; münkeri, fısk ve fücuru, nifakı seçersek belâmızı buluruz.