Baykal bu riski alabilir mi?
Malum ‘çarşaf açılımı’ndan sonra Deniz Baykal işi biraz daha ileri götürüp tek-parti dönemini eleştirmeye bile başladı. Mamafih, söyledikleri bir ‘CHP Genel Başkanı’ için yeni sayılabilirse de, bunlar ne orijinal ne de esaslı bir tek-parti yönetimi eleştirisi niteliğinde. Yine de, partide değilse de Baykal’daki bu ‘gelişme’ toplumun farklı kesimlerinde yankı buldu. Aralarında benim gibi kuşkucular olmakla birlikte, liberal eğilimliler ve muhafazakárlar genellikle bu açılımı olumlu buldular.
Buna karşılık, CHP sempatizanı láikçi-Kemalist kesimin içinde bu konuda daha büyük bir ayrışma yaşandı. Bunların kabaca daha pragmatist olanları -temeldeki Kemalist duyarlılıklarını korumakla beraber- Baykal’ın yeni pozisyonunu destekler bir tavır alırken, dogmatik Kemalistler buna şiddetle karşı çıktılar. Şaşkınlık, hatta infial içindeki bu ikinci grup CHP’nin siyasi kimliğini inkár anlamına geldiğini düşündükleri bu açılımdan Baykal’ın tez elden geri dönmesini istiyorlar.
Belki şaşırtıcı gelecek ama, bence de CHP kimliğini bu ikinci grup daha iyi tanıyor ve temsil ediyor. Gerçekten de, temsil açısından düşünüldüğünde, CHP’ye asıl kimliğini veren, láikliği bir hayat tarzı olarak benimseyip, bu anlayışın en iyi tek-parti yönetimi döneminde somutlaştığına kani olan toplumsal kesimlerin siyasal bilincidir. Bu bilinç CHP’nin solculuğuna ağır basmaktadır.
Gerçi CHP öteden beri muhafazakár tabandan da elbette oy almaktadır, hatta Türkiye’nin birçok yöresinde hem mütedeyyin hem de basbayağı ‘partizan CHP’li’ olan bir kitle vardır. Bunların çoğu CHP’liliği atalarından tevarüs etmiş olan ‘geleneksel’ partililer olup, tevarüs edilen geleneğin arkasında da genellikle tek-parti döneminde CHP’li olmanın sağladığı -mütevazi de olsa- ayrıcalıklar yatmaktadır.
Hayat tarzı bakımından bu kesimin ‘çevre’ partilerine destek veren diğer dindar-muhafazakár kesimlerden esasta bir farkı yoktur. Bunları asıl ayırt eden, kendi hayat tarzları ve inançlarıyla siyasi tutumları arasında paralellik arayışı içinde olmamalarıdır. Başka bir ifadeyle, bu kesimin dindarlığı non-politiktir. Bunu kolaylaştıran, hatta sağlayan da, dindar CHP’lilerin dinin özel alanda kalması gereken bir ‘vicdan işi’nden ibaret olduğuna ilişkin resmi söylemi içselleştirmiş olmalarıdır. Onun içindir ki, ‘dinin demokratikleştirici işlevi’nin bu cenah bakımından geçerliliği yoktur.
Şimdi mesele şu ki, hep ona oy verseler de CHP’nin kimliğini belirleyen bu kesim değildir. Bu partinin kimliğini asıl belirleyen, belki ilkinden biraz daha geniş bir taban olduğu için, ama esas olarak politik bilinçleri daha kuvvetli olduğu için, hayat tarzı láikleridir. Bu kesim CHP’yi, değişen toplumsal talep ve ihtiyaçlara cevap verecek şekilde kendisini sürekli olarak yenilemek durumunda olan bildik anlamda bir siyasi parti olmaktan ziyade, Kemalist çağdaşlığın sembolü, taşıyıcısı ve hatta misyoneri durumundaki bir teşekkül olarak görmektedir. Son yıllarda bu kesimin parti içindeki etkinliği daha da artmış bulunuyor.
Onun içindir ki, Deniz Baykal’ın bu kesimin duyarlılıklarını göz ardı eden bir siyasi çizgiyi istikrarlı olarak sürdürmesi ve bu işi mantıki sonucuna kadar götürmesi imkánsız denecek kadar zordur. Esasen, öyle bir durum CHP’nin ‘CHP’ olmaktan çıkması demek olurdu. Bu ise, partinin tabanını buna uygun olarak dönüştürmesini ve/veya kendisine yeni bir taban bulmasını gerektirdiğine ve bu da kısa vadede mümkün olmadığına göre, ‘bu saatten sonra’ Baykal’ın böyle bir külfeti üstlenmesi ve tabii risk alması yok denecek kadar zayıf bir ihtimaldir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.