Kurban ve Bayram
Kıssa malum: İbrahim aleyhisselam'ın (asm) Hz. Sâre'den çocuğu olmuyordu. Yaşları da iyice ilerlemişti. Sare Firavun'un kendisine verdiği câriyesi Hâcer'i azad edip Hz. İbrahim’le evlendirdi. Hz. İbrahim Bâbil'den ayrılırken: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver” diye dua etti. Bir süre sonra da Hz. İsmail doğdu, büyüdü, belli bir yaşa geldi.
Hz. İbrahim bir rüya gördü. Rüyasında oğlu İsmail'i kurban etmesi emredildi.
Bunun üzerine henüz 12 yaşında bulunan İsmail'i, Mekke'de Sebir Dağı’nın eteğinde tenha bir yere götürdü. Onu Allah rızası için kurban etmek istiyordu. Fakat ürpertiler içinde sarsılıyordu.
Bunu gören İsmail: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun” dedi.
Bu Allah’a itaatın ve Allah yolunda fedâkarlığın en yüksek seviyesiydi.
İbrahim ve oğlu İsmail kendi imtihanlarını böylece vermişlerdi…
Allah Teâlâ, vahye itaat ve sadakat gösteren baba-oğulu ödüllendirdi. Rahmet deryasından bir koç ihsan buyurdu. İsmail böylece kurban edilmekten kurtuldu.
Kurban bayramında kestiğimiz “kurban”ın mantığı işte bu vahyi olaya dayanıyor. Sebebini sormadan, mantık oyunlarıyla kirletmeden, hatta çözmeye çalışmadan, “Allah’ın kan dökmemize ne ihtiyacı var?” gibisinden tereddütlere bulanmadan hükme tabi olup kulluğumuzu haykırıyoruz.
“Her şey benim bildiklerimden ibaret değildir, her şeyi bilen sadece Sensin” demenin farklı bir ifadesi oluyor kurban.
Başka bir boyutuyla, “kardeş” yapıldığımız fakir insanlarla en sıcak ilişkiyi yine kurban sayesinde kuruyoruz.
Şu halde kurban, Hz. İbrahim ve İsmail (asm) teslimiyetinin bir dışa vurumu, Ebedi Hikmet ve Rahmet’e tekrar tekrar iltica kapısıdır.
Yaratıcıya itirazsız ve tartışmasız itaat etmenin hayata yansımasıdır.
Bir hayvanla birlikte itaatsızlık duygusunun, vahye yönelik tüm itirazların, istikrarsızlıkların, tüm şüphe ve kuşkuların, hatta bir anlamda tüm günahların kurban edilmesidir.
Kulluğa dönüş, kullukta varlık buluştur, kurban. “İyyake na’budu”nun sırrına ermektir.
Zaten Hz. İbrahim, eşi Hacer ve oğulları İsmail’in tüm hayatları birer ibret levhasıdır…
O kadar ki, bu olaylar dizisi, Müslümanlar için, birer “mihenk taşı” işlevini üstlenmiştir.
Yüzeysel olarak hatırlayalım:
a) Nemrut tarafından öldürülmemesi için mağarada dünyaya getirilip kendini fark ettiği ana kadar hiç gün yüzü görmeden mağarada yaşamak zorunda kalan Hz. İbrahim, mağaradan çıktığı ilk gece parıldayan yıldızları, ayı, güneşi tefekkür ile Yaratıcı’sına ulaşıyor…
İslâm'da “tefekkür”ün neden bu kadar önemsendiğini o zaman anlıyor ve ufkunuzu geniş tutmaya özen gösteriyorsunuz.
b) İsmail’i kurban isteyen Allah’a Hz. İbrahim’in görülmemiş bir “tevekkül” içinde “teslimiyet”i ile Hz. İsmail’in hem babaya, hem de Allah’a sorgulamasız itaatı…
c) Henüz inşa edilmemiş Kâbe’nin çevresindeki çöle terk edilen Hz. Hacer’in hikmete tabi olmakla birlikte, sebeplere de müracaat ederek, susayan oğlu İsmail’i su bulma umuduyla Safa ve Merve Tepeleri arasında koşarak çölde en olmayan şeyi, yani suyu araması…
Bu davranışların her birinde, maddeleri derinden analiz eden mü’minleri Allah’a götüren yollar vardır.
Osmanlı ceddimiz, kurban bayramlarını bu tefekkür ummanı içinde kutlar, bayram münasebetiyle hayatına yeni anlamlar katar bu çok özel günleri hem Kur’anî mantığı, hem de toplumsal yansımalarıyla doludizgin yaşardı.
Kurban bayramını, Ramazan bayramından ayıran en büyük özellik, şüphesiz bayrama yakın, kurbanlıkların satın alınmasıydı.
Kurbanlıklar, Rumeli ve Anadolu’dan, İstanbul yakınlarına getirilirdi.
İstanbul’a getirilecek kurbanlıkların sayısı ve zamanı yetkili makamlar tarafından belirlenirdi…
Ayrıca kurbanlıkları getirecek olanlar, kurban miktarını ve İstanbul’da olacakları zamanı yetkili makamlara bildirmek zorundaydılar. Yani İstanbul’la ilgili hiçbir şeyde kuralsızlık yoktu. Her şey sımsıkı disipline edilmişti.
İstanbul’da kurbanlık için genelde küçükbaş hayvanlar tercih edilirdi. Büyükbaş pek kesilmezdi. Bu tercih sosyal ve ekonomik dayanakları olan bir tercihti. Bu tercihte büyük baş hayvan kesmenin zorluğu, atıklarının çokluğu dolayısıyla imha etmenin güçlüğü elbette rol oynardı, ancak büyükbaş hayvan neslini koruma düşüncesi de bu tercihin en belirleyici unsuruydu.
Kişi eğer zenginse, yalnız kendine değil, eşine, çocuklarına, gelinlerine ve damatlarına da kurban keserdi. Ayrıca ölmüş yakınların adına kurban kesilirdi. Hatta fakir akrabalara kurbanlık hediye edilirdi...
Amaç bayram süresince mümkün olduğu kadar çok insanı sevindirmek ve sevap kazanmaktı.
Padişah için de Arife günü Hırka-i Şerif yakınlarında iki kurban kesilirdi.
Fransız gezgin Gerard de Nerval, Sultan II. Abdülhamid döneminde geldiği İstanbul’da yaşadığı bir bayramın sosyal yönüne dikkat çekerek şöyle diyor:
“Fakir, zengin bütün Müslümanlar, evlerine gelen insanların dini, ırkı, sosyal durumu ne olursa olsun, kendi varlık durumlarına göre ziyafet verirler, onları memnun etmeye çalışırlar.”
Anlaşılan ninelerimiz ve dedelerimiz “insan” olmanın anlamını çözmüşlerdi.
Bayramınız mübarek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.