İnfaz anı...
İstiklal mahkemelerinde sorusuz sualsiz hüküm giyenlerin “son sözleri” ürpertici şekliyle tarih sayfalarına şöyle yansımıştı:
“Zalimler için yaşasın cehennem ..!”
Herşeyden umutların kesildiği o an, bundan başka bir söz, zulme uğrayanların yüreklerindeki kor ateşe bir nebze olsun su serpemezdi...
Cehennem, infaz anlarında mazlumun imdadına yetişir...
Kurtarıcıdır cehennem...
İnfazların hangisini anlatsak ki?
Yassıada cinayetlerini adalet diye halka sunan bir Egesel ile bir Başol, bu ülkede her zaman bulmak mümkündür... Parti kapatmak suretiyle demokratik düzene hançer sokanlar da yargıdan hiç eksik olmuyor... O bakımdan yargısız infaz deyince, Merve Kavakçı olayındaki görüntüleri hafızamdan bir türlü silemem (2 Mayıs 1999).
Neydi o günler?
Halk sizi sandıkta seçiyor, ama politikanın üçlü çetesi bu sandığı yıkamayınca Meclis’teki çoğunluğu arkalarına alarak ilk taşı Ecevit’e attırıyorlar...
“Bu hanıma haddini bildirin, burası devlete kafa tutulacak yer değildir...”
Hasbinallahu veniğmelvekil...
Sıra kapakları gürültüsü ve de rejim uğultusu eşliğinde, medeniyetin silemediği köhne bir asırlık kini kustular... Kusun ki rahatlarsınız...
Roma İmparatoru Sezar edasında Ecevit’in kinli parmağı havada... İndirse, arenadaki mazlumu parçalamaya sırtlanlar hazır...
Bahçeli bakıyor, Mesut Yılmaz bakıyor, milletvekilleri bakıyor, Fazilet Partililer bakıyor, Meclis’in görevlileri bakıyor... Hep bakıyoruz...
Tüm dünya nefesini tutarak ekranlardan izliyor o dakikaları ..
Sonra da o parmak havaya kalkıp aşağıya inince infaz...
Yuh sesleri...
İşte bu ülkede örtünme böyle infaz ediliyor. Daha açıkçası, halktan intikam böyle alınıyor...
Tarih boyunca halk böyle ürkütüldü, böyle sindirildi...
O yüzden infaz korkulu bir kelimedir... Bu kelimeden ben hep korkarım...
Faraza, çocuğunuzun yemin törenine gitmeniz halinde önünüzü kesen askerler sorarlar:
“Yaşınız kaç?”
Kırkın altında ise, infaz anı başlıyor demektir... Düdükler çalınır, kapılar tutulur... Törene giremezsiniz... İşte o ana yakalanmamak için yapacağınız tek iş, iki yalancı şahitle mahkemeye başvurup yaşınızı kırkın üzerine çıkarmak, değilse çocuğunuzun ancak cenaze merasimine alırlar sizi...
Orada da Mozart’ın gürültüsü bir başka işkence...
Şimdi de okul kapılarında bekleşen çocukları düşünüyorum. Hele de kışın dondurucu soğuklarında içeri alınmadıkları için boynu bükükleri... Serçeler misali, onlar dallarında üşürler, çocuklar okul önlerinde tir tir titrerler...
Kuralı zalimane koyanlar koydu: Örtülüler, eğitim haklarını kullanabilmeleri için ya tecrit odalarında soyunup okula girecekler, ya da köşe bucak tanrıların sahiplendikleri kamusal alanlardan kovulacaklar... Örtülünün ekmeği aslanın ağzındadır...
Örtünmek isteyenlerin infaz günlükleri gözümün önünden hiç gitmez...
Polislerin bu yığınları nasıl sürüklediklerini, nasıl yaka paça götürüldüklerini, yargılamada onlara göz altından nasıl bakıldığını hiç unutamam...
Ve de o anları hatırladıkça hep ürperirim, bir daha aynı sahnelerde infaz edileceklerinden korkarım... Çünkü en kolay infaz onların infazıdır...
En kolay taşlanacak onlardır...
En rahat hakları bileklerinden tutup ellerinden alınanlar onlardır. Onların haklarını arayacak ve de onlar için bir insan hakları denilen mahkeme de yok, hukuk da yok...
Resmi ideoloji onlara insan gözü ile bakmaz...
Hatta zenci bile olamadılar...
Öyle iken Bülent Arınç’ın açıklamaları düşüyor gündeme... Millete verdiğimiz sözleri yerine getirdik... Genelkurmay’ın muhtırası karşısında dik durduk...
Öyle kabul edelim...
Benim tanıdığım Bülent Arınç’ın eline zamane çoluk çocuğu su bile dökemez ama, biz yine de öyle kabul edelim... Bülent Arınç, madem öyle söyledi, öyledir...
Hep dik dururuz, infazlara da taviz vermeyiz, millete verdiğimiz sözleri yerine getiririz...
Hiçbir kuvvet inançlı insanları yargısız infaz edemez...
Öyle kabul edince de öyle olsun... Dostlar gücenmesinler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.