‘Fırsat bu fırsat’ deyip bayramda yine yüklendiler
Bayram koşuşturmasına dalmışım. Dün ikindi vakti gazeteden arkadaşlar arayıp, “Yazınız hâlâ gelmedi” dediler. “Bugün günlerde ne?” deyip cevabını alınca kendime geldim. Meğer Çarşamba’ymış. Onun için bu yazıyı alel-acele yazıyorum.
Koşuşturmam, arefe günü annemin Karacaahmet’teki kabrini ziyaretle başladı. Sonra o geceyi mümkün mertebe boş geçirmeme düşüncesi. (Başkalarına tavsiye ettiğimizi kendimiz yapmaya çalışmazsak tesiri olmaz.) Sonra türbe ziyaretleri, kurban alımı, bayram günü kesimi, post kavgası yani kurban derisi toplama suçu işleme.. Derken kurbanın eti falan, günleri şaşırmışım.
İki sebepten, sık sık Karacaahmet Mezarlığı’na gitmeyi vazife edindim. Birincisi annemin orada medfun olması, ikincisi Necip Fazıl’ın şiirinde işaret ettiği gibi göklerin derinliğini yerde hissedebilmek niyeti...
Bu düşünceyle bayram öncesi oradaydım. Mezarlığın girişinde sıra sıra çiçek satıcıları var. Mezarlık girişlerinde çiçek satıldığını zaten her zaman görüyoruz da yine gördüğümde hatırıma şu düşünceler geldi:
“Türbe ziyaretleri hususunda milletin zihnini karıştıran, daha da ileri giderek, türbelerde yatan mübârek zatların şefaatini isteyenleri -vehhâbîlerin yaptığı gibi- müşrik ilan eden belli ilâhiyatçılar nerede acaba? Bermûtad bu bayram öncesi de kurban hususunda milletin zihnini bulandırmayı ihmal etmediler ama bunları hiç görmüyorlar. İslâmda, kabirlerin üzerine çiçek bırakmak diye bir şey olmadığını bilmiyorlar mı? Mezarlık girişlerinde çiçek satıldığını biz görüyoruz da onlar görmüyorlar mı? Gördükleri halde niçin bir defa olsun ‘Ey müslümanlar! İnancımıza göre bu câiz değildir’ demezler?”
Demezler! Çünkü işleri başlarından aşkın. Doğru-yanlış bilgi vererek kafa karıştırmak varken bunlara sıra mı gelir? Ne güzel işte, kurban hususunda da milleti abandone edip ne yapacaklarını bilmez hale getiriyorlar ya...
Açın bakın fıkıh kitaplarına. Asırlardır yazılan, basılagelen bütün kitaplarda şunu görürsünüz:
Mâlî durumu müsait olan kadın-erkek bütün Müslümanlara kurban kesmek vâcibtir. Şâfiî mezhebine göre ise sünnettir. Hatta Kudûrî Hazretleri gibi dört ana fıkıh kitabından birisinin müellifi olan zata göre, zengin olan Müslüman küçük çocukları için de kurban kesmelidir.
Dünyadaki bütün fıkıh kitaplarını önlerine yığsalar, bundan başka bir hükme varamazlar.
Şâfiî mezhebindeki sünnet ifadesi ise bizdeki vâcible aynı ağırlık ve aynı değerde. Şöyle aynı:
-Hacda tek bir yer hâriç- Şâfiî fıkhında vâcib yok. Hanefîlerin vâcib dediklerinin adı Şâfiîlerde sünnettir. Yoksa, İmam Şâfiî Hazretleri kurbana sünnet derken önemsiz olduğunu söylüyor değil.
Şimdi bir de bayram öncesi günlerdeki kurban konuşmalarını hatırlayalım. Anlı şanlı ilâhiyat profesörleri çıkmışlar ekrana, güya milleti bilgilendirecekler. Birisi kurbanın vâcib olduğunu söylüyor diğeri de sünnet. Bir türlü doğruda yani vâcibte buluşamıyorlar.
Hani dinime dahleden bâri Müselman olsa derler ya, biz de maalesef “Böyle aykırı aykırı konuşup durduklarına göre meseleyi biraz bilseler bari” demeye mecburuz. Adamcağız, profesörlük titrine sahip olabilmiş ama, daha kurbanın nasıl kesileceğini bile öğrenememiş.
Hepimizin bildiği gibi, hayvanlar yatırılarak kesilir. Sadece deve ayakta kesilir. Hocamız(!) demek ki devenin ayakta kesileceğini okumuş, sonra okuduğunu unutmuş ve kalkmış kurbanlıkların hepsinin ayakta kesilmesi icap ettiğini söylüyor. Bunu bir de İslâm fıkhı adına yapıyor...
Tek yanlışı bu olsa, -susulmaz ya- hadi susalım. Ama porfesörcağız yanlışa doymuyor ki...
Her fırsatta kitaplardaki İslâm fıkhına ve buna sahip çıkan müslümanlara saldırmakta şâhin olan zat, sıra yanlışlara karşı çıkmak olunca serçe bile olamıyor. Meselâ bir defasında avukat Kezban Hâtemî ile bir tv programındalar. Kezban Hanım “İslâmda mut’a nikahı var, hakkında âyet var” diyor. O ise sadece cılız bir sesle “Yok” diyebiliyor. Kezban Hatemî tekrar söz alıp “Var efendim, falan âyet” diyor. O âyetin mut’a adıyla anılan ve zinadan başka bir mânâ ifade etmeyen o fiile cevaz vermediği kesin ama gelin görün ki, profesörümüz başıyla beraber tabii ki sakalını da yere eğiyor ve gözlüğünün arkasından sessizce sadece bakıyor. “Böyle bir şey olmadı” derse ben buradayım.
Efendim, niçin bu derece sert yazdım. Çünkü bunlar bu yanlışları bile bile yapıyorlar. Bir meseleyi ele alırken “Acaba bu hususta kitaplar ne diyor?” demiyorlar. Sanki İslâm dini yeni gelmiş, neyin nasıl olduğu da bunlara sorulmuş gibi kafalarına göre cevap veriyorlar, ilme göre değil.
Bu hususta yazılacak daha çok şey var. Bunu onlar da biliyorlar. Onun için ses çıkaramazlar...