Ah şu TV’ler!
Hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konu var: Mevcut yayınlarıyla televizyon, bilhassa çocukları hayattan koparıyor, ‘hasta’ ediyor.
Bu konu ile alâkalı olarak görüş beyan eden uzmanlar, anne ve babalara adeta yalvarıyor: Aman, çocuklarınızı TV’lerden uzak tutun, TV izledikleri saatlere sınırlama getirin, zararı en aza indirin!
Tabiî bunları yapabilmek ve çocuklarımızı TV’lerin ‘şer’rinden koruyabilmek için en başta anne ve babanın TV ile arasına mesafe koyabilmesi lâzım. Sabah akşam, her fırsatta TV izleyen anne babaların, çocuklarına ‘sınırlama’ koyması ve çocukları bu konuda ikna etmesi neredeyse imkân haricindedir.
İsterseniz bir iki ‘uzman’ın bu konudaki tesbitleriyle ilgili haberleri hatırlayalım: Kayseri Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Metin Işık, yaptıkları araştırmada özellikle anne olmak üzere ebeveynleri kolaycılığa kaçarak çocuklarını televizyon ya da internete mahkûm ettiklerine dikkat çekti. Doç. Dr. Işık, çalışan anne ve babaların olduğu ailelerde, aile bireylerinin tek ortak noktalarının ve bir araya geldikleri zamanın 10 dakika süren akşam yemekleri olduğunu ifade ediyor. Eve yorgun gelen anne ve babanın yemek sonrası çocuklarıyla ilgilenmediğine dikkat çeken Işık, 10 dakika yemekte bir araya gelindikten sonra anne ev işlerinin başına, baba da yorgunluğunu bahane ederek televizyon karşısına geçip, çocuklarını bilmeden de olsa sosyal hayatın dışına ittiklerine dikkat çekti. Bu duruma maruz kalan çocuğun diğer odadaki televizyonda istediği programları seyrettiğini, ya da interneti kendisine yakın bularak zamanını burada geçirdiğini belirten Işık, bu durumun ise sosyal olmayan, yalnızlığa itilmiş, toplumla iletişim kuramayan, zekâ düzeyi gerileyen, hayatı farklı kültürlerden aldığı bilgiler ışığında yaşayan insanların yetişmesine sebep olduğunu söyledi.
Doç. Dr. Işık, şunları da söylüyor: “Amerika’da kısa zaman önce yapılan bir araştırmada; 18 yaşına kadar televizyon izleyen bir kişi, izlediği çizgi film, dizi film, sinemalarda 32 bin cinayet sahnesi görüyor. 40 bin cinayete teşebbüs sahnesi izliyor.” (Yeni Asya, 10 Aralık 2008)
Konu ile ilgili en yeni haber ise şöyle: Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeynep Hamamcı, özellikle okul öncesi yaş grubundaki çocukların canlı ve cansızı ayırt etmekte zorlanabileceğini belirterek, televizyondaki, gerçek ve canlı olmayan bazı tiplemelerin çocuğu korkutarak onu olumsuz yönde etkileyebildiğini dile getirdi. Doç. Dr. Hamamcı, anne ve babaların çocuklarını oyalanmaları için ya da başka sebeplerle uzun süre televizyon karşısında bırakmaması, çocukların televizyon izledikleri saatlerin sınırlandırılması gerektiğini ifade etti. Çocukların televizyon izlemek yerine kitap okuma, boyama ya da resim yapma gibi etkinliklere yönlendirilebileceğini dile getiren Doç. Dr. Hamamcı, ailelerin çocukların izleyeceği, haber, dizi, film ya da çizgi filmlerde seçici olması gerektiğini kaydetti. (AA, 12 Aralık 2008)
Bu kadar ‘zararlı’ olan bir ‘teknolojik âlet’e tamamıyla teslim olmayı kabullenmek mümkün mü? Tamam, varsa ‘iyi yön’lerinden istifade edelim, ama bu bahaneye sığınarak onlarca, hatta yüzlerce ‘zarar’a kapımızı açmayalım. Hem TV izlemeyenlerin sırf bu sebeple herhangi bir zarara uğradıkları görüldü ya da duyuldu mu? O halde yanlış olduğunu bildiğimiz halde, niçin TV’ler hâlâ evlerimizin baş köşesini işgal ediyor?
Var mısınız, ‘zor’u başaralım, TV’leri kapı dışarı edelim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.