"Komşu"yu bilmiyoruz peki kendimizi biliyor muyuz?
Zaman'ın Yorum yazarlarından Herkül Millas'ın, "Yunanistan'da değerler krizi" başlıklı yazısını fark ettiğinizi ve altını çize çize okuduğunuzu ümid ediyorum.
Hadisenin başlangıcından bu yana "komşu"da ne olup bittiğini herkes gibi merak ettik; aldığımız bütün haberler, Yunan Polisi'nin nâhak yere bir çocuğu vurup öldürmesinin Yunan gençliğini isyana yönelttiği yolunda idi. Bu yorumların hamiyyet duygusunu okşayan kısmı görmezden gelinmeyecek kadar sivriydi ve şu mânâya geliyordu: "Yunan gençliği ve halkı adaletsizliğe, haksızlığa karşı toplu halde direnç ve infial gösterecek derecede hakperesttir; bizde ise faili meçhuller, gözaltında, -yani devletin nâmusu dairesinde- iken dayak ve işkenceyle öldürülenlere karşı tepki zayıf kalıyor."; bu fikrin ciddiye alınması gereken kısmı var ancak, temel mesele yanıbaşımızda yaşayan Yunan toplumu ve onun sosyolojik özellikleri konusunda basınımızın "uluorta" denecek değerlendirmelerden öteye geçememesidir. Belki de Herkül Bey'in ışık tutucu ve izah edici yazısından haberdar olmasaydık, hâlâ uluorta hükümlerin dümen suyunda, "bu Yunan gençleri pek demokrat, pek vicdanlı bir heyet birader" noktasında gezinip duracaktık.
Dışarıdan bakılınca anlamadığımız şeyleri şöyle özetliyor Herkül Bey: Yunanistan 1967-1974 yılları arasında baskıcı bir askerî diktatörlük yaşadıktan sonra dengeleri sarsıldı; Ordu siyasetin dışına itilirken halka sevimsiz görünen polis demokratikleştirildi. Sivil toplum ön plana çıktı. Halk devletten korkmaz oldu. Diktatörlük yıllarında sindirilen gençlere haklar tanındı fakat bu gelişmeler yavaş yavaş bütün hükümetlerin izlediği aşırılıklara vardı. Toplu her hareket fetişe dönüştürüldü. Halk hareketlerine karşı çıkmak cuntacı tutum sayıldı. Bugün Atina'da elli kişilik bir grubun bile kaldırımda değil de, yolun ortasında durması hak sayılırken, hiçbir hükümet zor kullanıp yolları açmaya yanaşmıyor. Yirmi yıldır hiçbir polis, üniversitelerin bahçesine bile adımını atamamıştır. Bu arada her türlü örgütlü ya da anarşist grup defalarca Atina'da üniversite binasını basmış, yağmalamış, ateşe vermiştir. Öğrenci olmayanlar bile gelip bu binalardan bilgisayar gibi donanımı hiçbir engelle karşılaşmadan alıp götürmüştür. Suç işleyenler hâkim karşısına çıkarılıp ceza almamıştır. Hükümetlerin gereksiz hoşgörüsü daha sonra lise, hatta sonra ortaokul öğrencilerine de yayıldı. Küçük bir öğrenci grubu, meselâ, "kantindeki börek taze değil" diye okullarını işgal edebilirler, kapısına kilit vurup kapatabilirler. Buna hiç kimse müdahale etmez. Bu olaylar hemen hemen her yıl yaşanır. İlgililer de sabırla bekler. Sonunda işgal biter ama bu kez de okulların içlerinin tahrip edildiği görülür. Hocaların büroları, teçhizatları, kitap ve notları yok olmuştur. Gençler, isyankâr yaşlarının zevkini çıkarmakta, öğretmenler daha az çalışmakta, hiç kimse sınıfta kalmadığı için anne ve babalar rahatsız olmamakta, politikacılar ise seçmenlerini 'cuntacı baskılarla' küstürmemektedirler. Ama bu arada yanlış ve zararlı mesajlar almış olan genç bir kuşak yaratılmaktadır. Bu genç kuşak sınır nedir öğrenmemiştir. Toplu davrandıklarında her yaptıklarının demokratik olduğuna inanmışlardır.
Şu iki cümle ise, "kanaat önderi" durumundaki basın organlarımızın bilgisizliğini teşrih hükmündedir: "Yunanistan'ı tanımayanlar yaşananları bir cinayetin protestosu olarak algılamaktadırlar. Protestonun bu türde ve süreklilikte olması ise değerler kriziyle ilgilidir ve hiç beğenilecek bir yanı da yoktur."
Basınımızın Yunan toplumu hakkındaki bilgisizliğini haydi affettik diyelim; Türk basınının okumuş kalemleri, otuz senedir başörtüsü ile türban, tesettür ile çarşaf arasındaki farkı anlayabilmiş değil; aile sandıklarından çıkarılan fotoğraflarla kendi kökünün kimyâsını keşfe uğraşıyor; dolayısıyla komşuya gelene kadar gün akşam olur!