Topallayan yürekler
Kriz üstüne kriz, geçim darlığı, işsizlik, parasızlık...
Bu dünyanın erkekleri mutsuz ve huzursuz...
Bir yanda kıyafet dayatması, bir yanda tacizin her türü, bir yanda aile, koca ve çevre baskısı...
Bu dünyanın kadınları ve kızları da huzursuz.
Özellikle genç kızlarımız tam anlamıyla yürek yorgunu...
Erkek çocukların kendilerini ifade etme konusunda şansları daha yüksek, çünkü ne hikmetse toplumumuz erkekleri dinlemeye ve anlamaya daha istekli. Bu bakımdan erkek çocuklar bir şekilde kendilerini ifade edebiliyor, daha da olmazsa arkadaş grubuna sığınıyorlar.
Kızlar ise dinlenmedikleri, anlaşılmaya çalışılmadıkları için, genellikle yalnızlaşıyor, içlerine dönük yaşıyorlar.
Bu ülkede kız çocukların arkadaş edinmesi dahi oldukça zordur. Çünkü kimseye güvenmemesi öğretilmiştir. Bu yüzden çok ince eleyip sık dokumak zorundadırlar. Hatta bazı anne babalar kızlarına kendileri arkadaş seçer, bu karara uyulmasını ister, baskı yaparlar.
Oğlanlara hemen her konuda güvenilir, ancak kızların doğru düzgün arkadaş seçebileceklerine ve doğru düzgün ilişkiler kurabileceklerine pek ihtimal verilmez. Galiba, kadının, “saçı uzun aklı kısa” olduğuna aileler bile inanıyor!
Bu yüzden ev kızının arkadaş edinme isteği çoğunlukla sonuçsuz kalıyor. Bulduğu her arkadaş adayı aile tarafından öyle bir sorguya alınıyor ki, ya kendisi bıkıyor bu işten, ya da arkadaş adayı pes ediyor. Bu sebeple ev kızlarının çoğu arkadaşsızdır. Arkadaşlı olanlar ise öyle sıkı bir denetim altında arkadaşlarıyla görüşüyor ki, bir süre sonra arkadaşlarıyla ilişkilerini kesip kendi içlerine kapanmayı seçiyorlar. Bir anlamda içlerine büzülüyorlar.
Git gide kendilerini kimseyle paylaşmamaya başlıyorlar.
Zaten kızlar ailede fazla konuşturulmazlar. Özellikle babalar tarafından sert bakışlarla yahut sesli ikazlarla susturulurlar. Babaların çoğu “dediğim dedik”çidir Türkiye’de. Aile âdeta bir yasaklar karargâhıdır.
Hülâsa kız çocuklarına yönelik genel, bölgesel, yöresel, aşiretsel, yerel ve ailesel öyle çok yasak vardır ki, saymakla bitmez...
Pencereden bakmak yasak... Balkonda oturmak yasak... Tek başına (İstanbul gibi yerde bile) sokağa çıkmak yasak... Arkadaşa, ya da komşuya gitmek yasak... İstediğini giymek yasak... Yüksek sesle gülmek, hatta konuşmak bile yasak.
“Her gün örseleniyorum” diye başlıyor mektup, “öncelikle görmezden geliniyorum. Kendi ailem bile bana değer vermiyor, beni önemsemiyor. Erkek kardeşlerimle saatlerce konuşan babam, benimle iki çift lafı lütfen ediyor. Üstelik konuşurken, yüzüme bile bakmıyor. Orada yokmuşum gibi davranıyor. Muhatabı değilmişim gibi yapıyor. Çok sıkıldım.
“Aile içi tartışmalarda bazen tüm cesaretimi toplayıp fikrimi söylemeye çalışıyorum, ama ‘bu da nereden çıktı’ dercesine bakan gözler üstüme toslayınca vazgeçiyorum. Konuşmaya konuşmaya kekemeye döndüm. İki kelimeyi bir araya getiremiyorum. Birisine bir şey söylemeye kalksam yüzüm kızarıyor, heyecanlanıyorum.
“Ne yapayım, duygularımı seslendiremeyince defterlere dökmeye başladım. Sürü ile defterim oldu. Yine de içim dolu. Patlamaktan korkuyorum.
“Kendimi bildim bileli hep susturuldum. 29 yaşındayım, lise mezunuyum, ama hâlâ susturuluyorum. Bugüne kadar evlenemeyişimin sorumlusu da ben oldum. Benim beceriksizliğimmiş. İyi ama evden dışarı bırakılmayan bir kız nasıl evlenecek? Kim görecek de beğenecek?
“Ailem dindar. Fakat sizin tabirinizle dinin sosyal boyutu ve davranış biçimiyle ilgili değiller. Namaz-niyaz yerinde, şükür... Din sanki bunlarla sınırlı.
“Neyse Hocam, her gün kalbim bin parça ediliyor. Kendimi savunsam ‘Ana-babaya karşı gelmek’le suçlanıyorum. Lütfen ismimi vermeden bu mektubu yayınlar mısınız? Yayınlarsanız eminim benim durumumdaki yüzbinlerce genç kızın umudu olacaktır.
“Kızlarının kalbini kırıp onarmayı bile denemeyen ailelere de belki bir küçük ikaz olur.
“Artık aileler, özellikle de babalar, ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ saçmalığını bir yana bırakıp, kızlarını sevmeyi denesinler. Sevgilerini göstermeyi de tabii.
“Olaylar bazen tahammülümü zorluyor, ama babama asi olmaktan korktuğum için sürekli susuyorum. Bu yüzden kaç kez depresyona girdim. Ağır ağır deliriyorum belki de...
“Ne dersiniz Hocam, bu yaşta susup pusup köşeme mi çekilsem, kör, sağır, dilsiz rolü mü oynasam, yoksa ailemi değiştirmeye mi çalışsam? Kısacası çok mutsuzum. Babam üniversite mezunu olmasına rağmen, bazen “Keşke kızını seven, ona değer veren ve bunları hissettiren bir orman adamı olsaydı” diye düşünüyorum. El ele dolaşan babalarla kızlarını gördüğümde içim eziliyor.
“Sevgisiz yaşamayı öğrenemedim Hocam, siz biliyorsanız bana da öğretir misiniz lütfen?
“Mutlaka seviyor, ama belli etmek istemiyor” diyeceksiniz, ben sevilmenin tadını yaşayamadıktan sonra, sevilmenin ne anlamı kalır?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.