Çözemediğim Sırlar
AŞAĞIDA anlatacağım sırları çözemiyorum... Yıl 1949... İktidarda CHP var, İsmet İnönü (nâm-ı diğer Millî Şef) cumhurbaşkanı. Din ve dindarlar ağır baskılar altında. Tarihî camilerin yüzde sekseni kapalı. Yeni cami yapılamıyor. Ezan okumak bile yasak. Günde beş kez müezzinler Türkçe ezan okuyor. “Tanrı uludur Tanrı uludur...Bilirim bildiririm Tanrı’dan başka yok tapacak...”
O tarihte Türkiye’de üç üniversite var: İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi... İstanbul Üniversitesi’nin Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar. Bu zatın Yahudi olduğu iddia ediliyor.
Yine o tarihte İstanbul müftüsü, dersiamdan ve icazetli ulemadan Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınları içinde işte bu 1949 yılında İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’in âbidevî (anıtsal) eserinin birinci cildi bastırılıp yayınlanıyor.
Kitabın ismi “Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı FıkhiyyeKamusu.” Birinci cilt büyük boy 506 sayfa. (İstanbul Matbaacılık TAO, 1949) Önsözünü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar kaleme almış ve şu başlığı koymuş:
“HUKUK-I İSLÂMİYYE VE ISTILAHAT-I FIKHİYYE KAMUSU’NUN TEMİN EDECEĞİ BÜYÜK FAYDALAR.”
Birbuçuk sayfalık bu veciz önsözü aynen aşağıya alıyorum:
“Hak ve adaletin en büyük ve feyizli kaynaklarından olan İslâm hukuku asırlarca en medenî milletlerin ihtiyaçlarına cevap verdiği halde bugün mukayeseli hukuk sahasında layık olduğu yeri alamamış bulunmaktadır. Roma hukuk, kaidelerinin zaman ve devlet şekilleri içinde geçirdiği istihale ve hayatın zaruretlerine intibak bakımından, ilim âleminde büyük bir bir kıymet arz ettiği halde İslâm hukukunun; aynı istihaleleri geçirmiş, hayat şartları birbirinden farklı ve ayrı ayrı medeniyetlere sahip olan Türk, Arap,İran, Hint gibi müteaddit İslâm milletlerinin içtimaî bünyelerine uymuş ve ihtiyaçlarına cevap vermiş olmasına ve bugün de içinde adalet ve faziletin en esaslı hükümleri saklı bulunmasına rağmen mukayeseli hukuk sahasında ve hukukun tekâmülünde bugün bir rolü bulunmaması, hukuk ilmi namına esefle karşılanmak icap eder.
Bugün İslâm hukuku esaslarının meydana konması, bunların ehemmiyet ve kıymetlerinin dünya hukuk âlemi ve ilmi içinde belirtilmesi bu ilmin inkişafı bakımından büyük bir hizmet olacaktır; çünkü İslâm hukuku üzerinde mukayeseli hukuk kaide ve usulleri dairesinde yapılacak tedkikler bir taraftan bu hukukun ehemmiyetini meydana koyacak, bir taraftan da birçok meselelerde cemiyetin en âdil hareket kaidelerini bulmaya yardım edecektir.
Mazide İslâm hukukunun gelişmesinde ve hâdiselere tatbikinde büyük hizmetleri dokunmuş olan Türk hukukçularına bugün de bu hukukun zamanın kıymet hükümleri dahilinde tedkik ve izahı vazifesi düşmektedir. Fakat bu mühim işe başlamak için seleflerimizin bir bahr-i bî-payan diye tavsif ettikleri fıkıh ilmini, İslâm hukukunu bütün incelikleriyle ortaya koymak lazımdır.
Asırlar ve kıt’alar içinde, milletler ve medeniyetler arasında yayılmış muazzam bir hukuk manzumesini bugünkü nesillerin anlayabileceği bir şekilde ve toplu olarak ortaya koymak her ilim ve hukuk adamının yapabileceği bir iş değildir. Değerli alimimiz ve Müftümüz Ömer Nasuhi Bilmen, büyük bir bilgi ve ihatanın, yorulmak bilmez bir mesainin mahsulü olan bu kıymetli eserleriyle bu çok güç işi başarmış bulunuyorlar. Bugünün ve yarının hukukçuları orijinal mukayeseli hukuk tedkiklerine, kanun vâzıları hazırlayacakları kanunlara esas olacak bilgileri bu değerli eserde bulacaklardır. Bu kitapla Türk hukuk edebiyatı kıymetli bir eser kazanmış bulunuyor. Üniversite böyle bir eseri neşriyatı arasında görmekle büyük bir haz ve memnuniyet duymaktadır. Eserin fazıl müellifini bu büyük başarısından dolayı tebrik ederken, bu eserleriyle biz hukukçulara yapmış oldukları kıymetli yardımlarından dolayı şükranlarımı sunmayı da bir borç sayıyorum.”
İstanbul Üniversitesi Rektörü
Ord.Prof. Dr.Sıddık Sami Onar
Önsözdeki bu cümleye dikatinizi çekerim:
“Bugünün ve yarının hukukçuları orijinal mukayeseli hukuk tedkiklerine, kanun vâzıları hazırlayacakları kanunlara esas olacak bilgileri bu değerli eserde bulacaklardır.” (Kanun vâzıları:Kanun koyanlar.)
Çözemediğim sırlar şunlardır:
1. 1949’da İstanbul Üniversitesi böyle bir İslâm hukuku (Şeriat) külliyatını (tamamı 6 cilttir) nasıl yayınlamaya başlayabilmiştir?
2. Rektör Ord.Prof. Dr.Sıddık Sami Onar yukarıdaki önsözü nasıl yazabilmiştir?
3. “Geleceğin kanun koyucuları hazırlayacakları kanunlara eses olacak bilgileri bu kitaptan çıkartacaklardır” cümlesini nasıl ve niçin sarf edebilmiştir?
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen gerçekten büyük bir alim idi. Kendisini rahmetle anıyorum.
Benim çözemediğim sırların çözümünü, cevaplarını bilen var mıdır acaba?
Râşid Halifelerin Sünneti
RESULULLAH Efendimiz (Salat ve selam olsun O’na) şöyle buyurmuşlardır:
“Benden sonra pek çok ihtilâf ve kargaşa olacaktır. SizeSünnetime ve hidâyete (doğruya) götüren Râşid Halifelerin sünnetine tâbi olmanızı (uymanızı) öğütlerim. Bunlara sımsıkı sarılın.Dişinizle tırnağınızla sünnetime ve Râşid Halifelerin sünnetine yapışın. Bid’atlerden sakının. (Dinde) sonradan çıkan her şey bid’attir. Her bid’at de dalâlettir.” (Tirmizî, Ebû Dâvud, İbnMâce.)
Zamanımızda bazı kimseler Sünneti inkâr ediyor. Bu inkâr ya cehaletten, yahut kötü niyet ve kasıttan ileri gelmektedir.
Adam hiç din eğitimi almamış, dinî konuda birikimi ve kültürü yok. Birkaç kitap okumuş, kendisini müctehid sanıyor; din kumaş, o makas, kesip biçiyor.
İslâm’ı içinden yıkmak isteyenler de Sünnet’i inkâr ediyor.
Ehl-i Sünnet’in terk edilmesini, onun yerine bid’at ve dalalet fırkalarının geçmesini isteyenler de Sünnet düşmanlığı yapıyor.
İş o raddeye vardı ki, Ashabın büyüklerinden Ebû Hureyre radiyallahu anh efendimiz hazretlerini yalancılıkla suçlayan ilahiyatçılar bile görüldü.
Yukarıda meâlini sunduğum hadîs-i şeriften anlaşılacağı üzere Sevgili Peygamberimiz (Salat ve selam olsun O’na) kendi sünnetinden başka Râşid (olgun, İslâm’ı iyi anlamış olan Halifelerinin de sünnetine (İslâmî tatbikatına) uyulmasını Ümmetine emir ve tavsiye buyurmuştur.
Yukarıdaki hadîsle ilgili ilmî bir çalışma yapılmıştır. İnşallah bunu yayınlayacağım.
Allah’ın kitabı Kur’ân İslâm’ın birinci ve temel kaynağıdır. Sünnet ikinci temel kaynaktır. Sünnet ve sahih hadîsler devre dışı bırakılırsa İslâm’ı hakkıyla anlamak mümkün olmaz.
“Biz Kur’ân’dan başka bir kaynak tanımayız” diye inat edenler yanlış yoldadır. Sünneti inkâr çok büyük bir sapıklıktır.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun O’na):
“Sizden birinizi, sakın, koltuğuna kurulmuş ve kendisine emirlerimden ve yasaklarımdan biri bildirildiğinde ‘Biz onu bilmeyiz, Allah’ın Kitabında ne varsa ona uyarız’ (Sünnet diye bir şey tanımayız) diyor olduğu halde bulmayayım” buyurmuştur. (Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn Mâce.)
Bazı kimseler de var ki, Ehl-i Sünnet mensuplarını Sünnetten, hadîslerden kopartmaya çalışırken, kendi fırkalarının hadis kitaplarına sımsıkı sarılmış vaziyettedir. Bunlar taqiyye yapmaktadır.
Sünneti inkâr etmek son derece vahim bir bid’attir. Mütevâtir hadislerin inkârı küfre kadar götürür.
Sünnet hidayettir. Hidayet terk edilmez.