Başörtüsü ve dinamit
Amerikalılar, bedavadan devlet sahibi olmuşlardır. Hem de 9.631.420 km2 toprağı olan bir devlet! 9.984.670 km2’lik bir toprağa yerleşen Kanadalılar da öyle... Her iki ülke de, suyu ve yeşili bol olan verimli topraklar üzerine kurulmuştur. Sadece Kanada’nın ormanları, Türkiye’nin on katıdır. Evet, on katı...
Keza, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşayan beyazlar da bedavadan devlet sahibi olmuşlardır. Sadece Avustralya’nın yüzölçümü 7.686.850 km2’dir. Yeni Zelanda’da kişi başına düşen milli gelir 25.000 dolar civarındadır.
Buna karşılık, “her karışı şehit kanlarıyla sulanmış” Türkiye’nin yüzölçümü sadece 814.578 km2’dir. Bir avuç mutlu azınlığı saymazsanız, halkın büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Açlık sınırının altında olanların sayısı da az değildir. Mesela cuma günü, Samsun’da, bir anne ve üç çocuğu, kömürden çıkan duman sonucu zehirlenerek hayatlarını kaybettiler. Soba borusu alacak paraları olmadığı için, evde, bir tepsinin içinde kömür yakmışlar. (Mekânları cennet olsun.)
Amerikalılar, Kanadalılar, Yeni Zelanda ve Avustralyalılar oraları “yurt” haline getirirken ne kaybetmişlerdir? Diyebiliriz ki, kaybettikleri tek şey, o beldelerin yerlileri olmuştur.
Türkiye coğrafyasında yaşayanların sadece bir Haçlı Seferinde verdikleri kaybı, bunlar, koca kıtaları “fethederken” vermişler midir? Muhtemelen hayır.
Evet, Türkiye bambaşka bir ülkedir. Sözgelimi beyaz ırkı Amerika’da veya Avustralya’da buluşturan şey, bir an önce zengin olma hayalidir. Türk milletini Anadolu’da buluşturan şey ise, en azından zengin olma hayali değildir. Hele macera, hiç değildir.
O ülkedeki insanlar, adeta menfaat birliği oluşturmuşlardır. Türkiye’deki insanlar ise kader birliği yapmışlardır.
O topraklarda yaşayan insanları bir arada tutan şey ile bu topraklarda yaşayan insanları bir arada tutan şey, aynı değildir.
Avrupa’dan bile konumuza uygun örnekler verebiliriz. Fakat sözünü ettiğimiz ülkeler, derdimizi anlatmak için yeterli.
Evet, Türkiye’deki insanları bir arada tutan şey dindir. Bu din, İslam’dır. Bugün, onca şeye rağmen bir Türk-Kürt krizinin çıkmaması bile, İslam’ın yüzü suyu hürmetinedir.
Birileri, Amerikan ya da Avrupalı ağzıyla ahkâm kesiyor olabilir. Hatta oradaki örnekleri emsal olarak önümüze de koyabilirler, nitekim koyuyorlar. Bu toprakların ruhunu kavrayamamış ruhsuzlar ya da hesapları başka olanlar, dinin emirlerini, gereklerini tehlike olarak görebilir, gösterebilirler.
“üniversitelerde başörtüsü serbest olursa, toplumsal barış zedelenir” gibi hiçbir şeye benzemeyen laflar bile edebilirler. Hatta başörtüsü ile dinamit kelimesini aynı cümle içinde kullanma küstahlığına dahi düşebilirler, nitekim düştüler de...
Olsun. Bunların hepsi kuru gürültü... Hepsi boş laf...
İşte, birileri birileriyle uğraştıkça, başını örtenlerin, namaza başlayanların, oruç tutanların, saatini İslam’a göre ayarlayanların sayısı hızla artıyor. Mağdur olan, Allah’a daha çok sığınıyor.
Değerleri saldırı altında olan, değerlerine daha sıkı sarılıyor. çocuklarını, Allah’ın emaneti olan çocuklarını, daha güzel, daha dikkatli yetiştiriyor. “Bu kadar da olmaz” deyip kırk yaşından, elli yaşından sonra uyananlar da işin cabası...
Şunun farkındayız: Bu toprakların Müslümanlara vatan olması kolay olmadı. Müslümanlara kalması da kolay olmayacak...
1071’den 1923’e kadar nice büyük ve acımasız saldırıdan kurtulduk. Balkan toprakları elden giderken bile, oralara köprüler, camiler, aşevleri yaptık.
Bugün, Edirne denilince Selimiye, Konya denilince Mevlana, Erzurum denilence Ulu Cami, Sivas denilince çifte Minare, Kastamonu denilince Nasrullah Camii, Urfa denilince Halilürrahman, Ankara denilince Hacı Bayram, İstanbul denilince Ayasofya, Sultanahmet, Fatih, Yeni Cami, kitap deyince Kuran’ı Kerim, şair deyince Yunus Emre, Mehmet Akif akla gelir.
Keza, Cumhuriyet’in de en önemli eseri Ankara’daki Kocatepe camidir. Bunları yıkmaya, yok etmeye, değiştirip yerine başka bir şey koymaya kimin gücü yetebilir? Yargıtay veya Danıştay başkanları, Yunus Emre’ye ne yapabilir? İslam şairi Mehmet Akif ile uğraşan bürokratların bugün adlarını bilen var mı?
Yunanlıların ya da içimizdeki bilmem nelerin yaktığı, yıktığı camiler aslına uygun olarak yeniden yapıldı, yapılıyor. Sırpların Bosna’da yerle bir ettiği camiler bile yeniden ayağa kaldırılıyor. Yani, bu izleri silmek, bunlar yokmuş gibi davranmak, yaşamak o kadar da kolay değil...
Uzun sözün kısası; bir Amerikalı, mecbur kalırsa eğer, Kanada, İngiltere veya Fransa’ya yerleşebilir. çünkü inancının, geleneklerinin, alışkanlıklarının o ülkelerde bir karşılığı vardır. Aynı şey, İngiliz ya da Fransız için de geçerlidir.
Fakat bu topraklar, Müslüman Türk milletinin tek adresidir. Gidilecek başka bir yer yoktur.
Gitmesi gerekenler, gitmeyip kalanlardır.