Sahip olduklarımız ile talip olduklarımız
Sahip olduklarımız ile talip olduklarımız arasında uçurum varsa, o uçuruma ilk düşen biz oluruz. Ne kadar dikkatli olursak olalım; Nietzsche’nin deyimiyle, "uzun süre uçuruma bakarsak, uçurum da bizim içimize bakar."
Bu bir.
Ve iki:
Herkes aynı şeylerin peşinde: Geniş ve ferah evlerimiz olsun, banka hesabımız bizi mahcup etmesin, daha kaliteli kıyafetler alalım, daha güzel yemekler yiyelim vs.
Bunların dışında...
Evet, bunların dışında; herkes daha az şeyle yetinme alışkanlığına, hatta hastalığına yakalandı. Aylık gelirimizden kitaba, dergiye, kültür ve sanata ayırdığımız bütçe, bunun en bariz göstergesi...
Bu şekilde yaşayan insanların büyük şeylerle karşılaşınca, bunları tanıyamamaları, anlayamamaları gayet normal... Büyük adamları, büyük fikirleri, iyi şiirleri...
Görüntünün peşinden gidenler, ya bir müddet sonra görünmez olurlar ya da o görüntünün bir parçası haline gelirler.
Kemoterapi gördüğü için başını örten hanımlara bile dindar muamelesi yapmak veya bunun gibi şeyler...
Bir yandan faiz haramdır demek, bir yandan da kredi kartı mağdurlarının haklarını savunmak... Bunu nasıl açıklamak lazım gelir, inanın bilmiyorum.
Dinimizde, ayakta su dökmeye pek sıcak bakılmıyor. Buna karşılık, birçok camimizin tuvaletinde, bu işi yapmaya özendiren pisuvarlar var.
Böyle bir şey mi?
Bilmiyorum. Emin değilim.
çok söz yalansız olmazmış. O halde kısa tutalım.
Milli Görüş, benim için karanlığı aydınlatan bir ışıktır. "Bir sokak lambasıdır" diyelim.
Bazıları bu lambanın aydınlığından faydalanma derdinde, meselesinde oldu. Bazıları da ayakta durmak için lambanın direğine yaslandılar, yaslanıyorlar.
Biz, “kesin sarhoştur” diyerek önemsememiştik.
Değillermiş...
Direğe yaslananların şimdi nerelerde olduklarını ve ne gibi işler yaptıklarını iyi biliyoruz.
Ama şu:
Servisle işe gelirken, bir evin önünde gördüm. Güneşli semtinde, içi toprakla dolu beş saksıya plastik "çiçek" dikmişler.
Saksıdaki toprak ne kadar verimli olursa olsun, bir anlamı var mı?
Biz de bunu az yapmadık. O verimli, o güzel toprağımızı birtakım plastik çiçeklerle doldurduk...
Sonuç?
Sükût...
Not defterimden
* İsmet özel, 10 Mart tarihli konuşmasında, “Türk şiiri yazmak için Türk olmak gerekir” diye önemli bir cümle kurdu.
Bunu çok düşündüm.
Cumhuriyet’ten bugüne, Türkçe şiir yazan birçok gayrimüslim şair gördük, görüyoruz. Hepsi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Fakat bir tanesi bile Türk edebiyatında genel kabul görmüş, ciddiye alınmış değil...
* Dedem, "Allah hem hayırlı evlat, hem hayırlı devlet versin" diye dua edermiş. Demek ki ona göre, evladın hayırlı olması, tek başına yetmiyor. Ya devletin de hayırlı olması lazım ya da evladın hayırlı devlet için çalışıp çabalaması...