Yürütmeyi durdurma...

Yürütmeyi durdurma...

Yürütmek kelimesinin argo anlamı araklamaktır. Gerçi araklamak da argo... Biz açık bir şekilde “hırsızlık” diyelim.

Yürütmek ya da araklamak kelimesi telaffuz edilirken, kelimeye şık bir bilek hareketi eklenir. Bu hareket, adeta bir kural gibi benimsenmiştir. Sağ el, parmaklar biraz açık vaziyette soldan sağa doğru kibar bir şekilde çevrilir. Büyükçe bir vanayı açıyormuş gibi...

“Yürütmeyi durdurma” ise hukuki bir terim olarak kullanılır. Buna elbette bir itirazımız yok. Fakat ben, ‘yürütmeyi durdurma’ deyince, başka şeyler anlıyorum. Yani, hırsızlığı durdurma...

Atalarımız, “karnını doyuramayacağın yerde açlığını belli etme” demiş. Açlığını belli edenin hangi adrese gittiği belli... Ne aramaya, ne de uzun uzadıya düşünmeye gerek var.

Kimileri, “İstanbul şantiye oldu” diye övünüyor. Mustafa Kemal’in buyruğunda övünmek çalışmaktan önce gelse de; önce çalışmalı, sonra övünmeliyiz. En azından ben böyle düşünüyorum.

Neyse, övünmek için biz de ne olup bittiğine bir bakalım. Yeşile ve suya bakmak sünnetmiş. Önce yeşile bakalım: Parklara, yeşil alanlara, yol kenarlarına...

Neredeyse her sene, parklardaki, yeşil alanlardaki çimler sökülüp yenisi döşeniyor. Halı döşer gibi...

Neredeyse her sene, parklara, yeşil alanlara kanallar kazılıp sulama sistemi kuruluyor. Bu sistemin pek bir işe yaramadığı defalarca ispatlanmasına rağmen, umut ve azimlerinden bir şey kaybetmiş değiller.

Ne oluyor, nasıl oluyor, anlayabilmiş değiliz.

Çiçeklerin çoğu daha açmaya vakit bulamadan sökülüyor. Yerine de hemen yenisi dikiliyor. Bu acele niye?

Gölgeyi seven Sardunya çiçeğini güneşin altına, güneşi seven başka bir çiçeği de gölgenin içine dikiyorlar. Böyle şeylere kim karar veriyor, bilmiyorum.

Otoban kenarlarına binlerce Cezayir menekşesi veya gül dikiyorlar. Bir yanda “otobanda durmak, bekleme yapmak yasaktır” levhası, bir yandan da saatte en az yüz kilometreyle giden araçlar... Çiçekleri kim görecek, koklayacak? Bari fidan dikin...

En küçük bir alana bile iş makineleriyle, dozerlerle müdahale ediyorlar. Dikkatli bir şekilde bakarsanız görürsünüz, gövdesinden darbe almayan, dalı budağı kırılmayan ağaç neredeyse hiç yok...

İnsanlara zulmettiğiniz zaman insan hakları savunucuları, hayvanlara zulmettiğiniz zaman hayvan hakları savunucuları devreye giriyor. Bitki haklarını savunan yok...

Belki de bu yüzden, çiçek açmış ağaçları bile budamaktan sakınmıyorlar. Oysa hem mesleki olarak, hem de ahlaki olarak, çiçek açmış ağacın budanması doğru değildir.

Sadece Alibeyköy’ün meydanındaki hatıra ormanına bakmamız bile, bize çok şey söyleyecektir. Ağaçlandırılan bu alanın iki kilometre ötesinde devlet fidan çiftliği varken, fidanları yurtdışından ithal ettiler. Ağaçların çoğu tutmadı. Şimdi orada başka bir şey deniyorlar...

Bu tür örnekleri çoğaltmamız mümkün. İstanbul’da ikamet edenler, buna benzer örnekleri kendi semtlerinde mutlaka görüyorlardır. Bir bakıyorsunuz, yemyeşil bir yerde, “ihaleyi alan” firma yeşil alan çalışması yapıyor. Doğal dokuyu yok edip yerine uyduruk şeyler döşüyorlar. Ne diyelim, kime diyelim?

Son zamanlarda kaleme aldığım yazılarda atasözlerini biraz fazla kullandığımın farkındayım. Bu normal, çünkü içerisinde on bir bin (11.000) tane atasözü ve deyim bulunan iki ciltlik sözlüğü yeni bitirdim. Oradan konumuza uygun bir söz daha alalım:

“Düğün bizim, oyna kızım.”

Bir de yol bahsi var. Yine argo sözlüğünden yardım isteyelim. “Yol yapmak” da, “yolunu bulmak” da argoda başka anlama geliyor.

İstanbul’u gezdiğimiz zaman şunu görüyoruz: Mesela Beyazıt Meydanı’nda yürümenin imkânı kalmamış. Zemindeki taşların arasında bir karışa yakın boşluklar var. Eminönü, Çemberlitaş, Sultanahmet gibi merkezi yerlerdeki durum da neredeyse aynı. Kaldırım taşları boşta duruyor. Bastığınız an, ayakkabınıza, paçanıza çamur veya su sıçrıyor. Buna karşılık, “gözden uzak yerlerde”, mahalle aralarında falan, muazzam bir yol, kaldırım vs çalışması var. Henüz son kullanma tarihi geçmemiş kaldırım taşlarının biri sökülüyor, diğeri döşeniyor. Üstelik bunların masrafı mahalle sakinlerine fatura ediliyor. İçeriden bakıldığı zaman, ödeme imkânı olsun ya da olmasın, kanuni boşluktan yararlanarak, vatandaştan büyük paralar alıyorlar. Dışarıdan bakıldığı zaman, belediye çalışmış oluyor.

Uzun sözün kısası: Kelimelerin anlamlarıyla oynamayı, onları bozup yeni kelimeler ortaya çıkarmayı seviyorum. “Çalışıyor” kelimesinden “şı” hecesini çıkardığımız zaman ortaya çıkan kelime gibi...

“Büyükşehir çalışıyor” sloganına da bu gözle bakmak mümkün...

Büyük Başkan bu işe mukayyet olmalı. Yoksa..

“Yürütmeyi durdurmak” için seçimleri beklemekten başka çaremiz herhalde yok...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi