Yüksek kader
Prof. Dr. Süheyl ünver Hoca’nın da dediği gibi, "insanların yüksek bir kaderleri vardır."
Bu yaşıma kadar, hep ıssız bir yerde yaşamanın hayali kurdum. Bir dağ başında, bir vadide, bir suyun kıyısında, bir ormanın içinde, ama illa gözden ve insanlardan uzak bir yerde!
Olmadı.
Şu anda Türkiye’nin en kalabalık ilçesinde yaşıyorum. Gaziosmanpaşa’da.
Son sayıma göre nüfusu 1.013.048 olan bu ilçemiz, 64 ilimizden ve 40 ülkeden daha kalabalıkmış.
Ne diyebilirim ki? Bu da benim imtihanım...
Bize hep "kaderle ilgili konuları fazla kurcalamayın" dendi. Nitekim biz de hiç kurcalamadık. Hatta "gelen güzeldir, isterse kış..." diye şiirler bile yazdık.
Ama "yüksek kader" sözü/kavramı üstüne çok düşündüm.
Kaderi biliyoruz, ‘yüksek’ de ne oluyor diye...
Şu oluyor: İlk gençliğimde, hiç gitmediğim, görmediğim halde, sırf kelime oyunu yapmak için, Gaziosmanpaşa’nın mahallelerinden biri olan Küçükköy’ü şiirimde kullanmıştım.
"Küçükken
Küçükköy’de
Bir küçücük odada..."
Şiir böyle başlıyordu. Büyüdüm. Hiç hesapta ve aklımda yokken, kendimi Küçükköy semtinde oturuyor buldum. Allah’tan, evim o kadar küçük değildi. (2+1.)
Peki, "yüksek kader" bu muydu?
Hayır, sadece bu kadar değildi.
2003 yılında, Elif Nur kızımız dünyaya geldi. O zaman Kâğıthane’de oturuyorduk. Küçükköy’deki Duygu hastanesinin gazetemizle anlaşması olduğu için, doğum o hastanede gerçekleşti.
Doğumhanede bir kadın daha vardı. İki kadın da, koridorda onu bekliyordu. Sonra doğumhanedeki kadının kocası geldi. Kan ter içindeydi. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Hatta günlerdir uyumamış gibiydi.
Oturacak yer olmadığı için, ayakta duruyoruz. Yaşı benden küçük olan bu delikanlı, ayakta zor duruyor, belli belirsiz sallanıyor. öğlen olmak üzere...
Delikanlıya, "sabah kahvaltı yapmadınız galiba" dedim. "Hayır, ağabey" dedi, "sabah da bir şey yemedim, akşam da..."
Ona bir şey demeden hastanenin kantinine çıktım ve kaşarlı tost ile portakal suyu aldım. Sonra bunları "ye de kendine gel" diye delikanlıya verdim. Aldı, yedi.
Bir saat sonra onların işi bitti, odalarına çıktılar.
Bir daha da onu hiç görmedim. Adını da bilmiyordum.
Yıl 2005. Satın almak için ev arıyoruz. Kâğıthane’de yok, Fatih’te yok, Eyüp’te yok. Var da, bütçemize uygun yok.
Sonra bir arkadaş, Küçükköy’de satılık bir sıfır daire bulmuş, telefon numarasını almış. Aradık ve dairenin sahibi ile buluştuk.
İşte "yüksek kader" dediğimiz şey bu.
çünkü dairenin sahibi, hastanedeki o delikanlı çıktı. Adı Eyüp.
İki liraya aldığımız tost ve portakal suyu, bize milyar olarak geri döndü.
Değil mi?
Ne salarsan aşına, o çıkar karşına...