General bile olsan, sözünün eri olacaksın
Türkiye’de, bilgi aileler üzerinden akar. Mesela bizde ineğe, keçiye, koyuna, tavuğa “hayvan” demezler. Bu görgüyü (bilgiyi) biz ailemizden aldık.
çünkü köy yerinde, insanlar ile “hayvanlar” arasında büyük bir dayanışma vardır. Bir nevi işbirliği...
Siz tavuklara yem ve yatacak yer verirsiniz, onlar da size yumurtasını ikram eder. Siz koyunları kurtlardan korur, doyurur, barındırırsınız, onlar da size süt ve yün verir. Siz köpekleri doyurursunuz, onlar da canınızı ve malınızı korur.
Hayat karı-koca için nasıl müşterekse, “hayvanlar” ve insanlar için de böyledir.
Toprak ile insan arasındaki ilişki de aynıdır. Siz toprağa bakarsanız, toprak da size bakar.
Evet, bilgi aileler üzerinden akar dedik. Dün ajanslardan “hayatınızı kurtaracak yedi besin” başlığı altında bir haber geçti. Badem, kahve, tarçın, patates, zeytinyağı, çay ve sebze çorbası... Bunları düzenli olarak tüketirsek, “hayatımız kurtuluyormuş.”
Ailemizden öğrendiğimiz hayat kurtarıcı yedi besin ise daha farklı.
İşte, hayatımızı kurtaracak yedi besin: Kul hakkı yememek, yalan söylememek, anaya-babaya asi olmamak, her daim şükretmek, ibadetleri aksatmamak, mazlumun yanında olmak, menfaat için şekilden şekle girmemek...
Okuduğunuz gibi, iki hayat arasında büyük bir fark var. Bir tanesi dünya hayatını, diğeri başka bir hayatı önceliyor.
Yine, ailemizden, halimizi/vaktimizi bizden iyilerle değil, bizden kötülerle kıyaslama bilgisi aldık. Bu kıyas ya da terazi bozulmadığı müddetçe, insanın dünya malı karşısında gücü artıyor. “En cazip teklif” bile anlamlı olmayabiliyor.
Malum, kaçan da Allah’ı yardıma çağırır, kovalayan da...
Hayat işte böyle bir şeydir. Aynı anda, sizi iki farklı dünya çağırır. İkisini de kırmak istemezsiniz. çünkü ikisi de birbirinden caziptir. üstelik bir tanesi gözünüzün önündedir. Uzandığınız zaman tutabilirsiniz.
İşte burada, ailenizden aldığınız bilgi devreye giriyor. Aileniz size hangi dünyayı öğütlemiş veya göstermişse, o dünya öne çıkıyor.
Bize gösterilen dünya şu idi: Dedemin dizlerindeki yama yoksulluktan değil, namazdandı. Babam, yedi yaşından beri beş vaktini aksatmamıştı. Ailesine kaşıkla verir, buna karşılık hayır işlerine kepçeyle giderdi... Vs.
Yine, itaat duygusunu da ailemizden aldık. Alimlere itaat, devlete itaat, millete itaat, inandığınız değerlere itaat, davanıza itaat...
Bu itaat, elbette kuzu gibi olmak anlamına gelmiyor. Hele, yanlış olduğunu bildiğiniz şeyleri sorgusuz sualsiz kabul etmek veya yerine getirmek hiç değil...
Bu başka bir şey...
Bu, “Ey kutsal itaat, seni Balkanlarda ne çok aradım” diyen komutanın feryadı.
Bu, devlet bile olsa, adaletli olmayanlara gösterilmemesi gereken bir itaat...
Nifak ile ittifak bir yerde durmazmış. Bu, gücü ve konumu ne olursa olsun, nifak çıkarıp ittifaka zarar verenlere hasım olan bir itaat...
Bir edebiyatçı, “bir insanın iyi olduğunu nereden anlarız” diye sorduktan sonra, cevabı yine kendisi veriyor: “Ya itaat eder, ya itaat ettirir.”
Buna bir itirazımız yok. Fakat bizim peşinde olduğumuz, imanla, yani teslimiyetle kardeş olan bir itaat...
Herkes içindekini bilir. Hesabı temiz olanın yüzü de ak olur.
Ailemizin bize öğrettiği ve bizim de ailemize öğretmemiz gereken birçok şey var. Mesela Müslüman insanın dünyayla ilgili tek sermayesi, ekmeğe hürmet etmektir. Bu ekmek, benim için, yazılarımı en iyi şekilde yazmaya çalışmak ve şahsıma emanet edilen düşünce sayfasını güzel ve faydalı yapmaya gayret etmektir. Tabii rızkın gerçek sahibine şükrederek...
İnsanlar insanları kandırabilir. Kara iken, kendini ak olarak takdim edebilir. Siz de inanırsınız. Malum, sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış. İnsanın bu konudaki ömrünü varın siz düşünün.
Kötülerin şerrinden siperlere, koruganlara girerek değil, ancak Allah’a sığınarak kurtulabiliriz. Yani dikkatli olmak çoğu zaman yetmeyebilir.
Yine, atlar, öküzler nasıl yularından tutuluyorsa, insanlar da sözünden tutulur. General bile olabilirsiniz, fakat önemli olan sözünüzün eri olmanızdır.
Bugünlük burada keselim.