Köyden kalanlar

Köyden kalanlar

KöPEK

Köy hayatıyla ilgili aklıma ilk gelen şey köpekler oluyor. Köpek, bir köylünün en büyük güvencesidir. Birkaç tane iyi köpeğe sahip olan silaha ihtiyaç duymaz. Köpekleri arpa unundan yapılan sıcak yalla besliyorlar. Somunların yanmış yerlerini genellikle buzağılı ineklere ve kuzulu koyunlara veriyorlar. Bu kömürleşmiş şeyleri köpeklere verdiğiniz zaman, onlar için tam bir ziyafet oluyor. Et yemek için taşlıklarda kertenkele, su kenarlarında kurbağa avlayan çok köpek gördüm. İyi bir köpek, yabancıyı asla eve-köye sokmaz. Süvari ise atı durdurur, otomobilin içindeyse, arabaya saldırır. Sopadan, silah sesinden korkmaz. Diyelim ki kurtulmak için ağaca çıktınız. Sahibi gelene kadar ağacın altından ayrılmaz. Hatta bazıları ağacı devirmek için toprağı eşeler. Köy yerinde doğup büyüyen insanların neredeyse hepsinde köpek ısırığı yarası var. Tabii köpeklerle ilgili korkunç hatıraları da...

Bu köpekler, sadece hane halkının girdiği karanlık yerlerde aylarca tutulurlar. Vakti gelince de gün yüzüne çıkarılırlar. Karşılaşanın vay haline... Bu yüzden, köy yerlerinde köpekten dolayı çok kavga çıkar. Köpeğe taş atmak bile, bazen büyük bir kavgayla sonuçlanabilir.

Yine, köpekler haberci gibidir. Köpek havlamaları sayesinde, eve-köye gelen birinden hemen haberdar olursunuz.

GECE

Annem "eskiden insanlar geceden korkardı" diyor. Nesilden nesle aktarılan şeytan, cin, mezarlık hikâyelerinin neredeyse tamamı zifiri karanlıkta geçiyor. Bu hikâyelerle büyüyenlerin geceden korkması kadar doğal bir şey olamaz. Fakat sadece bu kadar değil.

Eskiden insanlar geceye hürmet ederdi. Gündüz insanlarındı, gece ise değildi. Akşam ezanından sonra, mesela kimse dışarıya ufak su dökmezdi.

Köylerde elektrik olmadığı için, akşam namazından sonra herkes evine kapanır, yatsıyı beklerdi. Yatsıdan sonra ise dışarısı köpeklere kalırdı. O saatten sonra dışarıya çıkmak, bir köpekle karşılaşmak ihtimalini de beraberinde getirirdi. Geceden korkmanın bir nedeni de bu olabilir.

Bir diğer nedeni de, eskiden köyü çevreleyen ormanlarda çok sayıda asker kaçağının barınması... Bu kaçaklar, vahşi hayvanlar gibi, genellikle gece olunca yiyecek aramaya çıkarlarmış. özellikle genç kızlar ve yeni gelinler, bu kaçaklarla korkutulurmuş.

TAKVİM

Köylerde takvim yoktur. Gün, hafta ve ay yoktur. Sadece birtakım işler/olaylar ve o işlerin/olayların adıyla anılan dönemler vardır. Mesela ben 1 Eylül 1970 yılında doğmamışımdır, “patatesleri çıkarırken” doğmuşumdur. Annem 1957 yılında gelin gelmemiştir, “dağların yandığı yıl” gelin gelmiştir.

Alacak verecek meseleleri de böyledir. “Bunu alırım ama parasını kendir zamanı öderim.”

Hep böyledir:

Soymuk zamanı evlendim. (Mayıs-Haziran)

Koç katımında askere gittim. (Sonbaharda. Yani son tertip olarak...)

Büyük depremde doğdum. (1943, Tosya depremi.)

Kaza geçirdiğimde cemre toprağa yeni düşmüştü. (Mart ayının ilk haftası...)

Bilhassa yaşlılarla konuşurken, bütün bunları bilmiyorsanız eğer, onları anlamakta biraz zorlanabilirsiniz.

Diyebilirim ki, tek takvim, Kasım hesabıdır. Bu da kış bilgisi için lazımdır. “Bugün Kasım’ın kaçı” sorusunu herkes bilir.

KüL

İstanbul’da, “bıktım artık bu sobanın külünden” diyen kadınların ısrarıyla, gecekondu sakinleri bile doğalgaza geçiyor. Artık külü, buz tutan merdiven ve kapı önlerinde bile göremiyoruz. Köyde, dünyanın etinden, sütünden, yününden faydalandıkları gibi, külünden de faydalanırlardı. Bir keresinde ayağıma balta gelmişti. Parmaklarımın arasından kan aldı yürüdü. Dedem, hemen ninemin yama için ayırdığı basma parçalarından birini yaktı ve külünü kanayan yere koydu. Kan hemen olmasa bile, biraz sonra durdu. Tabii aklımda kalan sadece bu değil.

Köyün bir çeşmesi ve çeşmenin yanında da çamaşır yıkama yeri vardı. Kadınlar burada kazanlar kaynatır, çamaşırları sıcak suyun içinde uzun süre haşlarlardı. Sonra da çamaşırları kazandan tek tek çıkarıp büyük ahşap tokmaklarla dakikalarca döverlerdi. Sabun olduğunu hiç hatırlamıyorum. çamaşırları meşe külü ile yıkıyorlardı. Yıllar sonra, bir büyüğüme bunu sordum. “Sabun yok muydu” diye de ekledim. “Ne sabunu, çamaşırını kille yıkayanlar parmakla gösteriliyordu” dedi.

KELİMELER

Şehirde insan da, hayvan da doğuruyor. “Köpek dokuz tane yavru doğurdu” gibi haberlerle çok sık karşılaşıyoruz. Köy yerinde ise insanlar doğurur, inekler buzağılar, koyunlar kuzular, köpek, kurt ve domuz gibi eti yenmeyen hayvanlar da kunlar.

İnsanların, mesela hanımların nasıl çocukluk, genç kızlık ve kadınlık gibi dönemleri oluyorsa, hayvanların da böyledir:

Civciv, ferik ve tavuk...

Kuzu, şişek ve koyun...

Oğlak, çebiş ve keçi...

Buzağı, düve ve inek...
Köyde yaşayan çocuklar bile bunları ayırt eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi