Yakıştı mı Sayın Kazan?..
“Hadise”yi biliyorsunuz…
Ankara büromuzdan Yusuf Melih, Adalet Eski Bakanlarından Şevket Kazan’ı arıyor… O sütü bozuk sürecin kartel patronlarından Dinç Bilgin’in itiraflarını hatırlatıyor…
Ve… Bu konuda bir açıklama yapıp yapmayacağını soruyor…
Sayın Kazan da… Aslında, daha önce bazı vesilelerle söylediklerini… Güncelleştirerek dile getiriyor…
“İsim” vere vere… “Adres” göstere göstere…
“Aydın Doğan”ın kendilerini niçin hedef aldığına, yalan haberlerle niçin yıpratmaya çalıştığına dair bir dolu beyan…
Dönemin Adalet Bakanı’ndan, çarpıcı açıklamalar…
Muhabir arkadaşımız Yusuf Melih de, Sayın Kazan’ın açıklamalarını olduğu gibi deşifre edip haberleştiriyor…
Bundan sonra… Yapılması gereken… Mesleğin namusu… Vakit’in geleneği; “Karşı tarafa da söz hakkı vermek!..”
Aydın Doğan aranıyor… Sayın Kazan’ın, kendisine ilişkin iddialarına dair açıklama yapmak isteyip istemediği soruluyor…
İddialara yazılı olarak cevap vereceğini belirten Doğan, “Kısa süre sonra hazır olur” diyor. Bir süre sonra da, cevap metnini elimize ulaştırıyor…
Yapılması gereken… Şevket Kazan’ın iddialarına yer verirken, “karşı tarafın” cevabını da olduğu gibi yansıtmak… Onu yapıyor Vakit… O kadar ki; Aydın Doğan’ın, kendi gazetesinde yer verirken sansürlediği “Zırva”larını bile atmıyor!..
Tabii… Bunlar, Doğan Grubu gazeteleri için son derece “garip” tutumlar… Anlam veremiyorlar…
“Şevket Kazan bir sürü laf etmiş işte. Gazete bunu tek taraflı olarak kullanabilirdi. Bize cevap hakkı vermelerinin sebebi ne ki?” diye düşünüyorlar, tabiatları gereği!..
Onlar… Tek taraflı olarak karalamayı, karşı tarafın cevap hakkı kullanmasına fırsat vermeden saldırmayı “gazetecilik” bellediklerinden… “Yalancılıklarının” belgelenmesinden “zerre” rahatsızlık duymadıklarından… Böyle bir “dert”, böyle bir “endişe” taşımadıklarından… Vurup geçerler, tek taraflı olarak…
Sonra… Tersi mi geldi…
Kolay… Bir “Pardon!..”
Onca iftiranın karşılığı olarak, kaybedilen işlerin, kararan hayatların, sönen yuvaların, kırılan onurların bedeli olarak… Sadece bir “Pardon!..”
Gazetecilik, hayatımın büyük bölümü, bu türden sözde gazetelerin yalanlarını belgelemekle… Onların yıktıklarını düzeltmekle geçti…
Bugüne kadar en az bin “yalan” haberlerini yakaladım bu adamların…
Yüzlerine çarptım, ama… Yüz dediğin öyle bir “yüz” işte!..
Lakin, biz onlar gibi olamayız… İnançlarımız.… Değerlerimiz var!..
Karşımızdaki “Doğan” da olsa… Hakkını, hukukunu gözetmek durumundayız… Ve belki de… “Helalleşme” zorluğundan dolayı, o tarafın “hakkı” konusunda daha da özenli davranmalıyız… Onun için, temasa geçtik… Ve onun için gelen cevabı olduğu gibi neşrettik. Buraya kadar mesele yok… Doğan saldırmış, hücum etmiş… Ne önemi var…
Uzun yıllardır birlikte çalıştığı Fatih Altaylı, Emin çölaşan yazıp duruyor zaten, bize saldıranın nasıl bir “ruh haline” sahip olduğunu… İşlerini nasıl yürüttüğünü… Elindeki medya organlarını ve oralarda yazan- çizenleri hangi işlerde, nasıl kullandığını… Doğrusu böyle bir zâtın saldırıları hiç önemli değil de…
Sayın Şevket Kazan’ın yaptığı yok mu?..
Doğan, bürosuna “adamlarından birini” gönderdi diye… Ve “DâVâ açarım haa!..” tehdidini iletti diye… Vakit’in elinde, kendisiyle yapılan görüşmelerin “ses kayıtlarının” bulunduğunu bile bile… “Doğru olmayanı söylemesi” yok mu?..
Dokundu be!..
Sayın Kazan’ın, “Amaaan, ne olacak…Nasıl olsa, ses kayıtlarını basmazlar” düşüncesiyle, “inkâra” yönelmesi… Gerçekten de üzdü be!..
Vakit gazetesi, farklı ya…
Bu vesileyle bir kez daha ortaya koydu farkını…
Baksanıza; “Kaset elimizde… İsteyen her ‘Müslüman’a dinletmeye hazırız” diyor…
Milli Görüş camiasından “Madem inkâr etti, yayınlayın kasetleri” tavsiyeleri gelmesine rağmen…
“Hayır” diyor; “Kazan’ın inkâr ettiği sözlerini ancak talep eden ‘Müslümanlar’a dinletiriz…”
E, öyle… Eğrisiyle, doğrusuyla…
Şevket Kazan…
Bizim!...
Bizim!..
•
Bizim olmasaydı…
Mesela…
çok örnek var…
DTP’li vekiller, birbiri ardına, “Laiklik anlayışı bakımından TSK ile aramızda fark yok. Biz de başörtüsüne, Kur’an eğitimine karşıyız. Biz de cemaatlere karşıyız” açıklamalarında bulunduktan sonra…
“İnkâr”a yeltendiler de… Lâflarını nasıl “yedirdik” bilirsiniz!..
DTP başları Ahmet Türk’e, Sırrı Sakık’a “Hodri meydan” derken ne de rahattık…
Adamlara kasetleri dinletirken… Bant kayıtlarını gazetemizde neşrederken… Katıldığımız İskele Sancak Programı'nda “İsterseniz önümüzdeki hafta, buraya getireyim ses kayıtlarını…Hep birlikte dinleyelim” teklifinde bulunurken pek rahattık…
Yine Amasya üniversitesi’ndeki “skandallara” dair açıklamalarda bulunan, yıllarca beraber olduğu rektörün marifetlerini bir bir sayan solcu öğretim üyesi… Birkaç gün sonra “ben bunları söylemedim” demişti de… Ne yapmıştık, hatırlayın…
O adama, nasıl dinletmiştik kaydı… Ve, nasıl da yalvartmıştık; “Bana bunu yapmayın. Benim sesimi yayınlamayın” diye…
O adamın, karısı arayıp da… Yalvarmasaydı… Gevşetmezdik presi!…
***
Ama dedik ya… Şevket Kazan… Doğan mağdurlarından…
Dün, avukatı Yaşar Gürkan’ı ziyaret ettik…
Doğan’ın, Sayın Kazan’a yönelik saldırılarına göz attık… Sayın Kazan’ın, Doğan’a açtığı ve kazandığı davalara…
Ohoooo…. Doğan’ın gazetelerinde boy boy “Tecavüzcü Coşkun” haberleri var!..
İğrenç!.. Bu, bu… Sayın Kazan gibi bir devlet adamına yapılır mı?..
O ne biçim iftira öyle: “Refah-Parsadan gizli pazarlığı!..”
Hâle bakın; Doğan’ın iddiası…
Sayın Kazan, dolandırıcı Selçuk Parsadan’ı cepten aramış…
“Sana iki milyon mark verelim. çiller’in örtülü ödenekten 500 milyar çektiğini basına açıklama” demiş!..
“Böylece çiller’e şantaj yapıp koalisyona zorlayacak”mış!..
Yalan tabii… Sayın Kazan’a “Doğan” iftirası…
Bu iş mahkemeye intikal etmiş, Doğan üç otuz kuruş ceza yemiş ama… Neye yarar!.. Hele hele… Sayın Kazan, dâvâ açmış olmasının bedelini, o iğrenç “Bakan Tecavüzcü Coşkun” haberlerine hedef olarak ödedikten sonra…
Hey gidi… O günleri hatırlıyorum da… Amma kızmıştım Doğan’la dolandırıcı Parsadan’a…