Yasakçı zihniyet versus özgürlük
özgürlükler konusunda, bu ülkenin, çizginin neresinde yer aldığı herkes tarafından biliniyor. Onu bilmeyenler, bir tek, aslında özgürlüğün de ne olduğunu bilmeyenlerdir. Onu bilmeyenleri, zaten onların söyleminden kolayca fark etmek mümkündür. Onlar, durumu, kendi kolaylıkları içinde hemen şöyle ifade etmekte güçlük çekmezler. İbadetler söz konusu olduğunda: "İbadet ediyorsun da, karışan mı var?" Kılık kıyafet konusunda: "Giydin de, giyme diyen mi oldu?" Belli bir dili konuşma hususunda: "O dil zaten konuşuluyor, kim karışıyor?" Veya düşünce özgürlüğü hususunda: "öyle düşündün de, düşünme mi dendi?" kabilinde sade suya tirit defilerde bulunurlar. Onlara göre bu ülke, özgürlüklerin sonsuzca yaşandığı bir yerdir.
Oysa işin aslında her taraf "yassahtır hemşerim"cilerce dolu. Yasalarla ve Anayasa ile getirilmiş olan kısıtlamalar biliniyor. Bu yasakların yürürlükte bulunmasını sağlayan yasal mekanizmalar da biliniyor. Ama asıl, bunların üstünde yer alan bir zihniyet var ki, en önemlisi, en başa alınması gereken şey, işte o zihniyettir. O zihniyetle başa çıkmanın kolay olmadığını biliyoruz. Dahası, o zihniyetle başa çıkmanın imkânsız denecek bir boyutta olduğunu ileri sürmemiz de mümkündür denilebilir. çünkü o zihniyetle başa çıkmak bir süreç işidir ve o sürecin ne kadar süreceği önceden tahmin edilemez: belki de asırlar alır. Ancak Anayasa'da ve yasalarda yer alan kısıtlamalardan önce bu zihniyete dikkat edilmesi gerekiyor. çünkü bu zihniyet, yasalarda yer almayan kısıtlamaları da kendiliğinden yürürlüğe koyma yönsemesi içindedir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı, kısıtlanan alanları, insan hakları başlığı altında özetlemiş. Bunun içeriği, dil yasağından, düşünce yasağına kadar uzanan bir spektrum içinde somutlaştırılabilir. Bu kısıtlamaların adresleri de bellidir: Anayasa, Ceza Yasası, Dernekler Yasası, YöK Yasası, Siyasî Partiler Yasası, Sendikalar Yasası, DGM Yasası, Sıkıyönetim Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Toplusözleşme Yasası, Basın Yasası, Grev ve Lokavt Yasası, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası...
Bu yasalar tamam, onların neyi nasıl kısıtladığı belli. (Gerçi o yasaların bazıları değişti veya yürürlükten kalktı. örneğin DGM kalktı, fakat asker kişiler için askerî mahkemeler devam ediyor). Ama bir de, o yasaları uygulayanların kafasında yer almış yasakçılık var ki, işte asıl onu teşhis etmek gerekiyor. Nitekim her üniversite ayrı bir yasayla yönetilmiyor, ama her üniversitenin başında ayrı bir rektör var. Nasıl ki, her mahkemenin uyguladığı yasa da aynıdır, fakat her yasayı uygulayan yargıçlar ayrı ayrıdır.. İşte bu uygulayıcılar elinde her yasa, onu uygulayanın zihniyetine göre, aslında keyfine göre ayrı bir içerik kazanıyor. Aynı mevzuatı uygulayan üniversitelerden birinde, kılık kıyafeti yüzünden öğrencilere kan ağlatılırken, bir başka üniversitede bu konunun sözü bile edilmiyor. Aynı yasanın aynı maddesi, bir mahkemede bir türlü uygulanırken, bir başkasında, başka türlü uygulanıyor: Hayır, burada, içtihat telakkisinden kaynaklanan durum söz konusu değil üzerinde durulan. Burada, doğrudan doğruya zihniyet farklılaşması ön alıyor. İşte onunla başa çıkılması zor diyorum. Bu yasalar değişse ve fakat yasakçı zihniyet değişmemiş olsa, hiç bir şey değişmemiş olur. Sorun yüzeyde değil, derindedir.
30 Nisan 1999 tarihinde yayınlanmış olan bu satırlara, o günden sonra eklenebilecek tek şey şudur. Yaklaşık o tarihlerde, bir Yargıtay başsavcısı, "ben yasayı uyguluyorum, bana kızacağınıza, benim uygulamak zorunda olduğum yasal dayanağı ortadan kaldırın" diyordu. Şimdi ise "yasayı değiştiremezsiniz" anlamında, "değiştirseniz de bir şey değişmez" noktasına dayanmışız. Demek ki, yasakçı zihniyet hengamesi doludizgin sürüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.