Dıişleri neden Başbakan'a destek vermiyor?
Ankara’nın İsrail kırılganlığı
Ankara – Telaviv hattında Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e tepkisinin altı bir türlü doldurulamıyor. Başbakan’ın İsrail’in zulmünden, saygısızlığından ve pervâsızlığından yakınmasıyla, barış görüşmelerini ıskartaya çıkaran ahdini bozan tutumundan şikâyetle kalınıyor.
Ne hükûmetten ne de Dışişleri’nden Başbakan’ı destekleyen bir açıklama henüz yapılmış değil. Oysa İsrail Cumhurbaşkanlığı ve hükûmet sözcüleri, krizin ilk saatinden itibaren Peres’e arka çıkıp peşpeşe resmî açıklamalar yaptılar. Dışişleri Bakanlığı bigâne, ses çıkmıyor; âdeta “İsrail’i kızdırmama politikası”nı güdüyor. Bakan Babacan’ın Davos’a hareket etmeden önce Ankara’da gazetecileri toplayıp hâlen enkaz altındaki gözü yaşlı Gazze’deki HAMAS yönetimine yüklenmesi, İsrail hayranı stratejistlerin ağzıyla HAMAS’ı “yanlışlarından vazgeçmeye” çağırması ise tam bir garâbet.
Başbakan’ın ısrarla HAMAS’ın uluslar arası gözlemcilerin izlediği demokratik seçimlerle Filistin halkının büyük bir ekseriyetle seçtiği meşrû hükûmeti olduğunu söylediği sırada Babacan’ın Başbakan’a rağmen HAMAS’ı suçlaması, siyasî iktidarın içinde bulunduğu çelişkili kırılganlığı ele veriyor. Ve bu kırılganlıktan İsrail “Türkiye resmen tavır koyamıyor” diye cür’et alıyor…
İSRAİL’LE İŞBİRLİĞİ PLÂNI
Görünen o ki sinsî bir plân işliyor. İçte ve dışta İsrail’e iliştirilmiş mahfillerin, Başbakan’ın son “Davos çıkışı”nın telâfisi adına İsrail’le işbirliğinin daha da arttırılması “önerileri” bunun için. Erdoğan’ın özel danışmanlığını yapmış bazı iş adamlarının tâ Davos’tan, “Başbakan dar görüşlü değildir, pragmatisttir; bu çıkışını İsrail’le ilişkileri ve işbirliğini derinleştirerek devam ettirmeye vesile kılacak” tür temennilerin amacı bu.
Keza öteden beri İsrail’e meftun Yahudi lobisiyle ilintili kimi “monşerler”in “reel politik” yutturmacasıyla Erdoğan’ın bu “çıkışı” üzerinden Türkiye’yi bir nev'î “suçluluk psikoloji”siyle ABD – İsrail eksenli politikalara çekmeye çalışmaları da bu maksada mâtuf.
Bu plânla “fatura” İsrail hizmetçisi Ermeni asıllı Yahudi moderatöre çıkarılarak İsrail’in soykırımı gözardı edilmekte. Erdoğan’ın “çıkışı” üzerindeki medyatik çarpıtmalarla İsrail’in işgal ve zulmü nazarlardan kaçırılmakta. Gazze vahşeti âdeta gündem dışı tutulmakta…
Yine bu plânla, Başbakan’ın bu çıkışla içte büyük bir sempati topladığı, önümüzdeki yerel seçimlerde oyunu arttırdığı, İslâm dünyasında bir “yıldız” olduğu pompalanmakta; “Erdoğan’ın bu kazanımlarla yetinip, bunu ABD ve İsrail ile ilişkileri ilerletme ve daha da derinleştirme aracı kılması” telkinlerinde bulunulmakta. Dahası, bunu yapmadığı takdirde kaybedeği, “siyasî akıbeti”nin iyi olmayacağı “mesajı”yla, “Türkiye’nin dostu” Yahudi lobisinin Amerikan Kongresindeki “Ermeni soykırımı tasarısı" şantajı haberi verilmekte…
Bütün bu oyunlardan belli ki İsrail, “meşrûiyetinde” istimal ve İslâm dünyasına karşı istismar ettiği Türkiye ile işbirliğinin kesilmesinden korkuyor. Krizin ertesi günü İsrail gazetesi Haaretz’in “İsrail’in Türkiye’ye Heron insansız uçak satışını tamamlaması bekleniyor; iki ülke, savunma ihtiyaçları nedeniyle birbirine bağlı” yorumunun hedefi bu.
Özetle her şeyi kendi çıkarına kullanan İsrail, dessasâne siyasetle Filistin işgali ve zulmüyle Türkiye “dostluğu ve işbirliği”ni beraber yürütmek peşinde. Davos’taki tartışmanın ardından İsrail’in destekçisi uluslar arası medyada, Erdoğan’ın ve hükûmetinin “İsrail’e en yakın duran ve yardım eden dost” olarak tanıtılması da bu amaca yönelik. Krizin ardından Peres’in, “Erdoğan’a olan saygım değişmedi, olanlardan son derece üzgünüm, dostlar aralarında zaman zaman tartışabilir, ilişkiler olduğu gibi devam etmeli” demesi, bunun ifâdesi…
BİRTEK BAŞBAKAN KONUŞUYOR!
Ancak bütün bunlar olurken, İsrail’in zulmü sürüyor. Gıdadan, sudan, ilâçtan elektriğe kadar bütün hayatî ve zarurî maddeleri kapsayan amansız ambargo devam ediyor. Yarısına yakını çocuk ve kadın olan bindörtyüz sivili öldürmekle, beşbini aşkın insanı yaralamakla, hastaneleri, okulları, camileri, evleri üç hafta boyunca bombalamakla, fosfor bombalarını atmakla yetinmeyen İsrail, zulmü “ateşkes” sürecinde de sürüyor.
Gazze kuşatma altında. İsrail, karadan, havadan ve denizden ablukaya aldığı Gazze’yi açık hava hapishanesine çevirmiş. Türkiye’den ve dünyadan gönderilen yardımlar engelleniyor. Dışa açılan tünellerin çoğunu üç haftalık bombardımanda yerle bir eden İsrail, birbuçuk milyon Gazzelinin tek nefes alma menfezi olan Mısır sınırındaki -son saldırıdan kalma- tünelleri de bombalayıp tahrip ediyor. Batı Şeria ve Gazze Şeridinin önüne elektrikli tel örgülerle çevrelediği metrelerce yüksek “utanç duvarı”nı örüyor.
Geçici “ateşkes” zar zor sağlandı ama hâlen başta seçilmiş Filistin Meclis Başkanı ve milletvekilleri olmak üzere binlerce Filistinli İsrail hapishanelerinde esir tutuluyor. İsrail Dışişleri Bakanı Livni, “yaptık, gerekirse yine yaparız” diyerek açık açık tehdit ediyor. Her an bir “roket”i bahanesiyle yeniden Gazze’ye saldırabileceği tehdidini savuruyor. Bundandır ki pamuk ipliğiyle bağlı “tek taraflı ateşkes”in kalıcı olması ve barışın tesisi için öncelikle İsrail’in Gazze kuşatmasını kaldırması, sınır kapılarını açması ve insanî yardımlara yol vermesi ve elindeki esirleri serbest bırakması gerekiyor.
Ne var ki Ankara hâlâ suskun; bir tek Başbakan konuşuyor. Gazze’yi cendere içine alan ambargonun kaldırılması, İsrail’in kalıcı bir ateşkese zorlanması ve barış görüşmelerinin başlatılması için ciddî bir diplomatik çaba ve yaptırım yok…
Hâlen Türkiye’nin İsrail ile bütün antlaşma, işbirliği ve ihâleleri tamgaz sürmekte. İsrail’in lâftan anlamayacağını bile bile, dayatılan işgal, zulüm ve vahşet, yalnızca Başbakan’ın günübirlik söylemleriyle savuşturulmakta…
Ankara’nın artık stratejik savunma işbirliği ve askerî antlaşmaları askıya almaktan başlayarak etkili yaptırımlara yönelmesi şart. Yoksa “sözlü kınamalar” ya da Başbakan’ın resti İsrail’i caydırmıyor, zulmünden alıkoymuyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.