Dini anlamda başkasının tecrübelerinden yararlanmak
Bir önceki yazımızda İslam’ı doğru anlamada bedeviler ve müellefe-i kulûb örneğini vererek günümüzde düşünce üretmenin ve İslam’ı anlamada kendi kafamızı kullanmanın önemine işaret etmek istedik. Örneklerden müellefe-i kulûbu anlamada bazı muhterem okuyucularımızın tereddütleri olduğu, sordukları sorulardan anlaşılmaktadır. Okuyucularımızdan Hasan Tahsin adıyla, bir soru yönelten kardeşim şöyle diyor:
“Bir şeyi doğru anlamak, kendi kafası ile düşünüp karar vermek demektir. Başkasının anladığına göre karar vermek o şeyi anlamak değildir; belki başkasının nasıl anladığını anlamaktır." Diyorsunuz. Geçmiş tecrübelerden faydalanma bir şeyi doğru anlamamıza yardımcı olmaz mı? İslam’ı ve temel kaynaklarını anlama konusunda yırtınırcasına çalışan geçmiş ulemanın bu tecrübelerinden faydalanmak sizce" başkasının nasıl anladığını anlamak" mıdır? Yahut geçmiş ulemayı; daha muttaki ve daha güvenilir bulmak, yeni yetmelerin daha cüretkâr olduğunu ve ta'vizkâr olduğunu düşünmek yanlış mı?”
Anılan yazımızda biz eski tecrübelerden yararlanmayıp kendi kafamızla her konuda sıfırdan düşünmemiz gerektiğini ifade etmek istemedik. Vurgulamak istediğimiz nokta kendi kafamızı hiç devreye sokmadan eskilerin düşündükleri ile yetinerek düşünceye bir şey katmamaktır. Bunun adı fıkıhta taklittir. Elbette ki eski tecrübelerden, geçmiş muhterem âlimlerimizin zengin fikir hazinesinden ve yaptıkları yorumlardan yararlanacağız; bunun başka yolu da yoktur.
Fakat eski tecrübelerden yararlanacağız diye, gerektiğinde eskiye yeni bir şey eklememek yanlıştır. Eskiler kendileri için, kendi toplumları için düşündüler ve yorum yaptılar. O yorumu aynen alıp içinde yaşadığımız toplumun siyasal sosyal ve ekonomik şartlarını ve vaki olan değişimleri hiç dikkate almaksızın aynen uygulamak, anlama ve yorumlamadaki korkunç hatadır.
Örnek olarak yine Hz. Ömer’i ele alalım. Hz. Ömer, zamanın halifesinin şura üyesi sıfatıyla, müellefe-i kulub’a zekâttan pay vermeye devam etmenin, İslam’ın ve Müslümanların maslahatına uygun olmadığı gerekçesiyle müellefe-i kulub’a zekâttan pay vermeyi durdurmuştur. Bazı okuyucularımız bunu “kaldırmıştır” şekline sokarak değerlendirmiştir. Oysa biz böyle bir ifadeyi kullanmadık ve kullanmayız da...
Bizim görevimiz, Hz. Ömer’in yaptığı işi aynen aktarmak ve bir tür fotoğrafını çekmektir. Hz. Ömer, bir şey yaptı. Hz. Peygamber’in zekâttan pay vermeye devam ettiği müellefe-i kuluba zekât vermeye, bir gerekçe bularak engel oldu. Biz bu olayın sadece fotoğrafını çektik. İlimle uğraşanların görevi de esasen bu fotoğrafı çekmektir. Yoksa olayın aslını değiştirip yorumlamak değildir.
Çünkü ilgili âyetin hükmü (Tevbe,60) Kıyamete kadar bakidir. Hz. Ömer âyeti böyle anladı ve Hz. Peygamber’den bu yana devam eden uygulamayı kaldırdı. Bunun anlamı “âyetin hükmünü kaldırdı” demek değildir. İşte başkasının anladığını anlamaktan kastımız budur.
Hz. Ömer, yorum yaparak uygulamayı değiştirdi diye bizim de Kıyamete kadar Hz. Ömer’in uygulamasına uymamız gerekmez. Biz bunu savunuyoruz.
Fakat ne yazık ki, Hanefi fıkıh kitaplarında Hz. Ömer’in bu uygulaması ile, müellefe-i kulub’a yer verilmemiş bazılarında da hükmünün düştüğü yazılıdır. Bu fakir müellefe-i kulubun hükmünün âyette yer aldığı şekliyle Kıyamete kadar devam ettiğini ve etmesi gerektiğini savunmaktadır.
Hz. Ömer ise kendi toplumunda, kendi siyasi şartlarında bir yorum yapak o hükme varmıştır. Vardığı hüküm ebedi değil belki geçicidir. Biz bunu savunuyor ve müllefe-i kulubun hükmünün her zaman uygulanmasının gerekli olduğunu kabul eden âlimlerin daha isabetli düşündüklerine inanıyoruz. Bu görüşümüzü çok geniş bir şekilde “İslam’da Zekât Müessesesi” adlı kitabımda (6. baskı) ile İSAV’ın yayınladığı “Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Kur’an ve Sünnette Zekât” adılı eserde geniş bir şekilde açıklamaya çalıştık. Dileyenler bu kitaplardan okuyabilirler.
Taner Korkma adıyla soru soran kardeşimize de bu yazımızın cevap olacağını umuyorum. Bu konuyu detaylı bir şekilde anlayabilmek için sadece bir kaç makale yetmez, belki diğer kitap ve tebliğlerimizi de okumak gerekir. Bu fakirin maksadı İslam’dan anladıklarını anlatmak ve toplumu ile paylaşmaktır.
Geçmiş ulema daha muttaki, yeni yetişenler daha cüretkâr ve tavizkâr mıdır? Şeklinde yöneltilen soru ile ilgili olarak da birkaç söz söylemek vacip olmuştur.
İslam dünyasının hali malum, perişan… Müslümanlar mazlum… Kâfirler güçlü ve zalim…
Müslümanlar dünyadan soyutlandıkları için eziliyorlar. Bunun temel nedeni düşünmemek, anlamamak, yorum yapmamak, teknoloji ve bilgi üretmemektir. Özellikle taklit döneminin başladığı zamanlardan beri, İslam’ı anlama ve yorumlamada duraklama ve gerileme oldu.
İlk Müslümanlar hem bilgide, hem düşüncede hem de yorumlamada ve teknolojide güçlü idiler. Eskilerin yaptıklarını ve düşündüklerini aynen muhafaza edip bunlara bir şey eklememe hastalığına yakalanınca, Müslümanlar maalesef bugün ki duruma düştüler. Bundan mutlaka kurtulmamız ve eski gücümüze tekrar ulaşmamız gerekir.
Bunun için düşünmek, düşünce üretme denemeleri yapmak ve biraz da cesaretli olmak gerekir. Cesareti cüretkârlık olarak değerlendirirsek kimse bu alanda adım atmaz. Tıpkı okyanusta yüzmek isteyenlere korku vermek gibi… Bunun için yola çıkanlar sürekli olarak yerilir, tavizkârlık ve cüretkârlıkla vasıflandırılırsa düşünce üretme nasıl öğrenilecek, bu yarışta nasıl mesafe alınacak?
Bir örnek de tıptan verelim. 2000 yıl önce tıbbî bir konuda düşünen ve tedavi öneren tabiplerin düşünceleri aynen alınıp yeni gelişmelere göre bunlara yeni buluşlar ilave edilmeseydi tıp alanında bir gelişmeden söz edilebilir mi idi?
Eski tabiplerin yaptıkları aynen fotokopi edilmeye devam edilerek cesaretle beyin cerrahisine, kalp cerrahisine girilmeseydi bugün tıptaki harika gelişmelerden bahsedilemez, belki tıp olduğu yerde kalırdı; asla hiçbir gelişmeden söz edilmezdi.
Dinin dünya hayatı ile ilgili kısmı da böyledir. İslam Dininin sabiteleri vardır ki bunlar yoruma açık değildir. Fakat dünya hayatımızla ilgili getirdiği mesajlar yorumlanabilir ve yorumlanmalıdır. Çağlar boyunca İslam’ın ve İslamî ilimlerin diri tutulmasının yolu işte budur.
Eski âlimlerin yaptıklarını aynen alıp kullanmak değil, onların yaptıklarının prensiplerini bularak ve bu prensiplere dayanarak yeni şeyler yapmak, yeni düşenceler üretmek, eskilere yenilerini katmak gerekir. Bunu yapmanın farz olduğuna inanıyoruz. Esasen, bunun için kalem oynatıyoruz.
Ancak, “bunu sadece bu hakir yapıyor, başkası yapamaz; bu hakirin yaptıklarını alın, başkasına bakmayın” gibi hâşâ bir iddiamız yoktur ve olamaz. Amacımız İslam düşüncesinin zenginleşmesini sağlamaktır. Bunun yolu cesaretle düşünmekten geçer. Bunu yapan kişinin sadece biz olduğumuz iddiası söz konusu değildir.
Yunusun yaptığı şey kendi kabiliyeti ve gücünün yettiği ölçüde sorumluluğunun gereğini yerine getirmek, İslam dininin doğru anlaşılmasında acilen bir şeyler yapmak gerektiğinin şuurunu uyandırmaktır. Taraf tutmak, taraftar toplamak, düşüncelerini başkalarına benimsetmek asla değildir. Bu fakir ne uygulayıcıdır ne de bu alanda düşünce tekelini gerçekleştirecek bir müeyyidenin sahibidir. Yazıp çizdikleri mânevi sorumluluk duygusu ile çırpınmaktan ibarettir.
Bu çırpınışları beğenmeyenlerin, alma ve kabul etme zorunlulukları yoktur. Yanlış olan yahut yanlış olduğu tespit edilen hususlar varsa, bunların düzeltilmesinden son derece memnun oluruz. Fakat şüphelenmek, yermek, dışlamak ve duygusal davranmak bir tenkit değildir, bir düzeltme değildir. Sadece duyguların ifade edilmesidir. Bu bir işe yaramaz.
Biz duygularla, duygusallıkla değil, düşünce ile ancak ikna oluruz. Bu sitede yazı yazmamızın hedefi de düşüncelerin ifade edilmesinden ve sorumluluğun giderilmesinden ibarettir.
Kimse okuyup, anlayıp, vicdanen kani olmadıkça kimsenin fikrini almamalıdır; bizim fikrimizi de almamalıdır. Fakat fikirlerimizi yazmamıza yahut ifade etmemize de karşı çıkmamalıdır. Çünkü ifade kabiliyetini veren ulu Allah’tır. Onu Allah’tan başka engelleyecek yoktur. İlim yolcularını, bildiğini ifade etmemekten dolayı sorumlu kılan da ulu Allah’tır. Biz bu sorumluluğu hissediyoruz. Hiç kimse bu sorumluluğu yerine getirmekten bizi engelleyemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.