Osmanlı barışına ihtiyaç
Bütün insanlık tarihinin iki büyük devletinden biri olan Osmanlı’nın hayattan el-etek çekmesinden sonra, dünya neredeyse tek kutuplu hale geldi. Eski dünya, yeni dünya kıtaları; Avrupalı devletler tarafından istila edilir, sömürge haline getirilir, insafsızca, ahlâkî sınır gözetilmeden, vahşi kapitalizmin çürütücü ellerine terk edilir oldu. Aynı saldırının muhataplarından biri de elbette Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklardı.
Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, Afrika, Asya’nın irtibatlı kardeş ülkeleri, bir sükûtu hayalin zebunu oldular. çünkü “medeniyet” beklerken, ölüm geldi. Yozlaşma, soysuzlaşma geldi. İki yüzlü olma, şahsiyetsizleştirme, ahlâken çürüme geldi. Gücü elinde bulunduran ülkeler; silahın, teknolojinin sahipleri, kendilerinden geri olanları “insan” görmediler. Nordik ırktan olmayanlar, “Batılı efendiler” tarafından hayvan gibi para karşılığı avlanır, zevk için öldürülür oldu. Afrika yerlilerini, Avustralya halkını, Amerika Kızılderililerini değil, dün önlerinde iki büklüm oldukları toplumları da aynı muameleye tabi tutar oldular.
Batı Medeniyetinin ürünü, müttefiki İsrail’in Filistin’deki durumuna bakınız. Bir devlet, etrafını dünyanın gözü önünde yüksek duvarlarla çevirdiği halkı susuz, elektriksiz, ilaçsız, yiyeceksiz bırakıyor. Buna karşı BM denilen dünya örgütü sadece kınıyor, yaptırım asla çıkaramıyor. Yalnız karar mekanizması, sürekli iki daimi üye olan “stratejik ortak” tarafından engelleniyor: ABD ve İngiltere. İşte hiçbir şey olmasa bile şu durum, Batı medeniyetinin, Amerikan asrının, İngiliz Kraliyetinin çöküşünü ilandır. Haksızın, zalimin sürekli yanında yer almak, zulme, haksızlığa ortaklıktır. Kaldı ki İsrail’den; ABD ve İngiltere’nin eli asla daha temiz değil.. Girdiği, işgal ettiği ülkeleri talan eden bir soygun ülkesi. Irak’ı, Afganistan’ı cehenneme çeviren güç.. Filistin’e niçin acısın? Şu durumda, dört yüz yıl bu topraklara bütün tarihinde görmediği huzuru tattıran Osmanlı Barışını Orta Doğu halkları aramasın da ne yapsın?
Balkan coğrafyasındaki parçalılık, dinmeyen kavga; oralarda güveni, huzuru sağlamak için bulunduğunu iddia eden Batılı güçlerin gözleri önünde yapılan katliamlar da zihinlerde ister istemez geçmişe dönük özlemleri harekete geçiriyor.
Ya Kafkaslar, varlık kavgasının canhıraş mücadelesini verirken, aynı arayışın içinde olmak bile yüreğini ısıtıyor.
Etki alanı içinde değil, bizzat yönetim birliğine dahil olan şu ülkeler listesine bakın.. Türkiye ile birlikte sayılırsa altmış dört ülkenin katıldığı bir Osmanlı Barış atmosferi neredeyse dünyayı etki alanı altına alıyordu. Bunların adlarını saymak bile baş döndürücü olacaktır: Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Slovenya, Romanya, Slovakya (Uyvar), Macaristan, Moldova, Ukrayna, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs, Rusya'nın güney toprakları, Polonya (himaye, Lehistan), İtalya (güneydoğu kıyıları Otranto ve çevresi), Arnavutluk, Belarus (himaye), Litvanya (himaye), Letonya (himaye), Kosova, Voyvodina (Banat),Irak, Suriye, İsrail, Filistin, ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt, İran (batı toprakları), Lübnan, Mısır, Libya (Trablusgarp), Tunus, Cezayir, Sudan (Nübye), Eritre (Habeş), Cibuti, Somali (Zeyla), Kenya (sahil kesimi), Tanzanya (sahilleri), çad (kuzey bölgeleri, Reşade), Nijer (bir kısmı, Kavar), Mozambik (kuzey toprakları), Fas (himaye), Batı Sahra (himaye), Moritanya (himaye), Mali (Osmanlı Gat kazası), Senegal, Gambiya, Gine Bissau, Gine, Etiyopya (bir kısmı: Habeş)..
Günümüz bakışıyla düşünülürse, birbirinden çok farklı kültür, coğrafya ve ırkta toplumları asırlarca bir devletin çatısı altında huzur içinde yaşatmak, akıl sınırlarını zorlamak anlamına geliyor. Bu nasıl başarılabildi? Günümüz devletleri, teknolojik üstünlüklerine rağmen niçin başaramıyorlar?
Günümüz dünyasının kaybı, Osmanlının gidişi ile alternatif medeniyet değerlerinin devlet olarak temsilinden yoksun kalmasındadır. Batı Medeniyetinin yayıldığı alanlar, Rusya’sı, Amerika’sı, aslında aynı medeniyetin ürünleridir. Onlar birbirinin alternatifi değildir. İnsanlığa sundukları da özde farklı değildir. İşte asıl sorun buradadır. Birinden kaçarken, zıt sanılan celladın kanadı altına sığınmak..
Osmanlı, yönetimi altında yaşayan ülkeler halkının zihninde, öldürülemeyen olumlu izler bırakmıştır. Kuruluşunun yedi yüzüncü yılı münasebetiyle (1999) düzenlenen bir uluslar arası sempozyuma gelen Romen bilim adamı Mihai Maksim, Rumen halkının; yöneticiler, aydınlarının aksine Osmanlı’yı mert, namuslu, güvenilir diye tanımladığını anlatmıştı. Prof. Maksim, Tuna üzerindeki İnce Donanmayı araştıran, Türkçe de bilen Hıristiyan bir bilim adamı idi. Bu tür alıntılar, Sırp dâhil Avrupa, Asya ve Afrika’dan birçok halktan “itiraflarla” zenginleştirilebilir.. Maksat geçmişe tahassür değil..
Maksat, Osmanlı’nın mirası üzerinde mirasyedi kayıtsızlığı ile oturanlara seslenmektir. Türkiye, Anadolu insanı, Müslüman Türk, artık kendi değerleri üzerinde silkinmek zorundadır. Dünyanın o değerlere, o değerleri hasbî sunacak gönül erlerine ihtiyacı vardır.