Karşı darbe sendromu
Karşı darbe, darbecilerin korkulu rüyası olsa gerek.
Karşı devrim de, devrimcilerin kabusu olmalı.
Meslek hayatım boyunca (1964-1996), bir muhtıra (12 Mart 1971) dönemi ve bir de ihtilal (12 Eylül 1980) dönemi yaşadım. Bir de Post Modern Darbenin (28 Şubat 1997) hazırlığına şahit oldum. Son darbeden nasibini alanlardanım. Tasfiye kapsamı içinde, ama kadrosuzluk gerekçe gösterilerek, beklenenden erken emekliye sevk edildim. Konuyu, erken emeklilikten şikâyet için değil, darbecilerin ruh halini şahsımda yaşamadığımı belirtmek için açtım.
12 Mart muhtırasında, üsteğmen rütbesinde, Tatvan'da görevliydim. Şarkın bu şirin kazasında, nelerin olup bittiğini anlayamadan, etrafımızdan akranımız ve devre arkadaşımız genç subaylar birer ikişer tutuklanıp götürüldüler. Mamak Cezaevi’ne konuldular. Bu genç subaylar Şafakçılarmış. Ordu içindeki gizli örgütlenmenin adı.
Muhtıradan 21 sene sonra, şahsen komutanlığını yaptığım Maltepe'deki 2. Zırhlı Tugay’ın sorumluluğundaki askerî cezaevinden, Mahir Çayan'ı kaçıran, gizli örgütün üyeleri imişler.
Bir yıl önce Tatvan'dan, batıda başka bir göreve atanmış olan Tümen Komutanımız da bu sol ihtilal örgütünün lider kadrosu içindeymiş. Lider kadrosu tasfiye oldu. Genç subaylar ceza alarak ordudan ihraç edildi. Sonradan genel aftan yararlandılar. Bir siyasî partiden milletvekili olup, Genel Başkan Yardımcılığına kadar yükselen bir arkadaşım da bunlardandı. 12 Mart muhtırasını verenler tasfiyeyi gerçekleştirmeselermiş, tasfiye olanlar sol bir ihtilal yapacaklarmış.
Hasılı biz, ne 12 Mart'ı yapanların, ne de tasfiye edilenlerin içinde değildik.
12 Eylül 1980 tarihinde, mümtazen terfi etmiş çiçeği burnunda binbaşı rütbesinde iken Harp Akademileri’nde öğretim üyesi görevinde idim.
Erzincan'da, 3. Ordu Karargahı’nda Harp Akademileri’ne girecek subaylar için hazırlık kursu verirken, kursun bitiminden bir hafta önce, İstanbul'a çağrıldım. Otobüsle yolculuk yaparken, yolda ihtilal haberini aldım.
Harp Akademileri’ne dönüşte, bir kısım öğretim üyeleri ile ikinci sınıftaki öğrenci subayların, İstanbul Belediyesi’nde görevlendirildiklerini öğrendim. Biz bir kısım öğretim üyesi arkadaşımız ile birlikte o yıl öğrenime başlayacak birinci sınıfların öğretim programlarını yürütmek için aslî vazifemizi yapmak üzere Harp Akademileri’nde kalmıştık.
Yani, muhtıracılıkta, darbecilikte ve örgütçülükte tecrübemiz yok.
Ama, yaşadıklarımız, darbeciliğin ve özellikle de, iktidarı teslim ettikten sonraki kısmının darbeciler için çok zor olduğunu anlamamıza yetmiştir. İş hayat memat meselesine dönüşüyor.
Darbeciler iktidarı teslim edip aktif görevden ayrıldıktan sonra, çivili eyer koşulmuş atın üzerindeki biniciler gibi oluyorlar. Attan düşmemeleri için insan üstü gayret göstermeleri gerekiyor.
Böyle olmasa, aktif görevden ayrıldıktan dokuz yıl sonra, 75 yaşına gelmiş bir insan, tamamen meşru prosedür içinde seyreden bir Cumhurbaşkanlığı seçimini engellemek için, bazı parti başkanlarını neden tehdit etsin. Bu tehdidin ses bantları ortada dolaşırken, yani emekliliğinden dokuz sene sonra bile, devletin meşru işleyişine müdahale için canhıraş gayret gösterdiği gözler önünde iken, neden “28 Şubat darbe değildir” açıklamaları yapsın? Hem de 28 Şubat, bizzat içinde olanlar tarafından “Postmodern Darbe”, “Demokrasiye Balans Ayarı”, “Silahsız Kuvvetlerle Darbe” olarak vasıflandırılırken.
Ne gibi tehditlerle olduğu bilinmeyen ikazlar sonucunda, iki parti lideri Meclis’e girmeyerek, Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak itiraz için uygun ortamı oluşturdukları halde, eski Genelkurmay Başkanı, bunlardan biri hakkında neden yakışıksız sözler söylesin?
Endişe, milletin seçeceği Cumhurbaşkanları da, darbecileri gizli-açık korumayacağı ve gayri meşru davranışlarından dolayı yargı önünde hesap verme ihtimalinin yüksek olmasından dolayıdır.
Bunun için, ülke 1960 ihtilalinden sonra fasit daire içine girmiştir.
Darbeciler, iktidardan ayrılırken, kendilerini güvenceye alacak tasfiyeleri yapmış, yeni örgütlendirmeleri ve kadrolaşmaları oluşturmuşlar; yeni bir darbe eskilerin kurtarıcısı olmuş, yeni darbe veya müdahalelerle eskiler rahatlarken, yeniler de kendi geleceklerini teminat altına alacak yeni örgütlenmeyi oluşturmuşlardır. Her yeni örgüt bir ideoloji dürtüsü ile hareket etmiş, ama darbeyi yaptıktan sonra da devrilme korkusu yeni örgütlenmelere sebep olmuştur.
Darbecilerin hayat ve itibar kaygısı, darbe ortamının ve tehdidinin canlı tutulması ihtiyacını doğurmuş; siyasî iktidardaki kaymalar ve eksen değişiklik teşebbüsleri, müdahaleler ve dayatmalarla önlenmeye çalışılmıştır.
Ergenekon Operasyonuna kadar hiçbir darbe ve müdahale kadroları yargılanamamıştır. Bunun için de darbe zinciri kırılıp fasit daire parçalanamamıştır. Ergenekon yargılamasının 28 Şubat sorumlularını da kapsaması halinde darbe fasit dairesi kırılabilecektir. 28 Şubat’ın liderlerine ulaşılmadan Ergenekon Dosyası kapanamaz.
Örgütlenmenin üst kademesi soruşturmanın kendilerine ulaşmaması için bütün imkanlarını devreye sokmaya çalışıyorlar. Yargıyı bulandırmak ve Silahlı Kuvvetlerin üst kademesini, meseleyi kapatmak için, devreye sokacak komplolar düzenlemeye çalışıyorlar.
Gizli faaliyetlerde bulunan kişiler, güvenlik güçleri tarafından yakalandıkları zaman açıklamak üzere, durumlarına uygun meşru ve inandırıcı bir hikaye hazırlarlar. Buna maske-mazeret denir. Susmazlar, konuşurlar, ama söyledikleri doğru olmaz. Bazen de kasıtlı olur.
İbrahim Şahin'in ifadeleri, Ergenekon'un üst kadroları tarafından, Genelkurmay’a karşı hazırlanmış bir komplo izlenimini vermektedir. Ne söyleneceğini önceden bilenler, ilgili şahıs ifade verdikten sonra, kurguladıklarını sanki savcılıktan sızdırılmış gibi basına ulaştırabilirler. Bir taş ile iki kuş vurulmuş olur. Hem yargı, hem de Genelkurmay töhmet altına sokulabilir. Ayrıca birbirlerine karşı da güvensizlik oluşturulabilir. Herkesin çok dikkatli olması gerekir.
Diğer bir mevzu; tutuklu bir kişinin, rütbesi ve makamı ne olursa olsun, jandarmanın nezaretinde iken, sağlık kuruluşu beğenmeme gibi bir lüksü olamaz. Ancak nezaret eden güvenlik biriminin komutanı, hastayı nereye götüreceğine dair emir almışsa, hastanın yolunu GATA'ya kadar uzatabilir. Bu da Ergenekon üst yönetimine Jandarma Genel Komutanlığı’nın, yani Genelkurmay Başkanlığı’nın rüşveti olsa gerek. Savcının, Cezaevi Müdürünün ve Jandarmanın izni olmadan, hastalar kendilerini, istedikleri sağlık kuruluşuna sevkettirebilirler mi?
Genelkurmay Başkanlığı’nın, Ergenekon üst kademesi tarafından zorlandığını zannediyoruz. Genelkurmay Başkanımızdan, blöflere ve tehditlere pabuç bırakmamasını, yargılanmanın selameti için gayret göstermesini, bilinenlerin yargı ve kamuoyu ile paylaşılmasını bekliyoruz. Paylaşırsanız, büyük destek alırsınız, paylaşmaz ve kol kırılır yen içinde kalır derseniz, siz de ileride hesap vermek durumunda kalırsınız.
Kişiler ve mesai arkadaşlarımızdan önce, millete olan vefa borcumuzu ödememiz gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.