Kürt meselesi ve bölücü terörizm için çözüm önerileri (2)
¥ İnançlara müdahalelerin önlenmesi;
Türkler ile Kürtler arasındaki müşterek değerlerin birleştirci temel öğesi tarafların müşterek inancı olan İslâm dinidir.
Irk ve dil, bir kavme mensubiyeti belirleyen, temel iki değerdir. Bu iki değer devamlı cilalanır ise, etnik kavmiyetçilik ve üstünlük iddiaları ortaya çıkar ve ihtilafların temelini oluşturur. Toplulukları millet yapan değerlerin içine dini, özellikle de İslâm dinini dahil edersek, diğer özellikler, gölgelenir ve başka kavimleri birbirine kardeşlik bağları ile de bağlayan birleştirici bir güç haline getirir.
Türkler, Karahanlılar'dan Satuk Buğra Han'ın “Abdülkerim” adını alarak 940 yıllarına doğru İslâmiyeti kabul etmesi ile evvela İslâm dinini kabul edip Müslüman camiasına ve kültür birliğine girmişler, zayıflık alâmetleri gösteren İslâm dünyasına genç, dinç ve en kudretli kuvvet olarak dahil olmuşlar, bu dini kabullerinden beş çeyrek asır geçmemiştir ki, Türklüğü İslâm dünyasının hakimi kılmışlardır. Bu suretle Müslüman dünyasının temsilciliği, Araplar'dan kesin surette Türkler'e geçmiştir.
Türkler 1000 yılı aşkın süredir, İslâm’ın ve İslâm dininin oluşturduğu ortak medeniyetin odağı ve temsilcisi olmuştur. Tehdit görülüp, İslâm medeniyetinden koparılmak istenmesi, milletin makus kaderi ve dünya devleti, süper bir güç olmasını engelleyen bir kısır saplantıdır. Dünya Müslümanları, Türkiye'nin bu rolüne tekrar dönmesini beklemektedir.
Kürtler, İslâmiyeti Türkler'den 300 yıl önce kabul etmişlerdir.
Malazgirt Meydan Muharebesi’nde, 10 bin kadar Kürt, Bizans'ı mağlup eden 54 bin mevcutlu Alparslan'ın ordusunda, gönüllü olarak görev almıştır.
Selçuklu ordusunda Osmanlı Kapıkulu askerlerine muadil olan sarayı ve sultanı korumakla görevli Gülâmân-ı Saray sınıfı arasında Kürtler de yer almıştır.
Anadolu'nun fethi ile birlikte Türklerin ve Kürtlerin farklı yörelerde kurdukları beylikler, Büyük Selçuklu Sultanlığı’na bağlı yaşamıştır.
Kürt Eyyûbî Hanedanı tarafından kurulan, Suriye ile Mısır arasında yer alan ve Yemen'e kadar uzanan ve Araplar, Türkler ve Kürtler olmak üzere üç etnik gruptan oluşan Eyyûbî İmparatorluğu’nda (1174-1250) Hristiyan, Süryani, Müslüman, Türk, Arap ve Kürt hiçbir ayrım yapılmadan bir arada barış içinde yaşamıştır. Selâhattin Eyyûbî, Akdeniz'den gelen Haçlı Ordularına karşı Kudûs'ü ve Ortadoğu'yu korumuştur.
1514'de, Yavuz Sultan Selim'in, Safevî Hükümdarı Şah İsmail'i mağlup ettiği Çaldıran Savaşı sırasında, Kürt Beyleri, Şiî Safevî devletine karşı, Sünnî olduğu için Osmanlı ordusunu desteklemiştir. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti ile Kürt Beyleri arasında doğal bir ittifak oluşmuştur.
Türklerle Kürtler, 1924 yılına kadar, 410 yıl İslâm’ın birleştirci şemsiyesi altında, kardeş iki kavim olarak Osmanlı Devleti’nin tebası olarak yaşamışlardır.
PKK, Marksist-Leninist-Maoist ideolojiye ve İslâm dışı Zerdüştlük dinine bağlıdır. Kürt aşiretlerinin feodal yapısına, seyyitlik ve şeyhlik gibi itibar gören İslâmî ünvanlara, İslâm dinine, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşıdır. Kürtlerin % 95'inin, böyle bir örgütü desteklemesi mümkün değildir.
Bugün, bu çoğunluğun aktif olarak PKK karşıtlığını göstermemesi ve devletimizin yanında açık tavır almamasının tek sebebi, İslâm dininin birleştirici değerleri devreye sokulmadığından ve hem Türklerin, hem de Kürtlerin inançlarına yapılan baskı ve kısıtlamalardandır.
Din; milli birliğin en önemli harcıdır. Dinin, milli vicdanlarda yükselen bir değer olarak yer alması; devletin güvenlik ve bekası, milletin huzur ve refahı için olumlu bir gelişme olarak kabul edilip; inanç üzerindeki baskıların kaldırılması ve kardeşliğin geliştirilmesinde ön plana çıkan değer olarak benimsenmesi de bölge insanının devletten en önemli beklentilerindendir.
Dini kimliğe tanınacak özgürlüğün, etnik kimliğe tanınacak özgürlükten daha etkili bir şekilde sorunların çözümüne katkıda bulunacağını iki kavmin müşterek tarihi de göstermiştir.
Merkezden görevlendirilen mülkî, adlî ve askerî bürokratların bölge insanının inanç ve değerlerini paylaşan, her mekanda birlikte olan, duygu ve düşüncelerini paylaşabilen, idealist, çalışkan ve liderlik vasıflarını taşıyan kişilerden olmasına özen gösterilmelidir.
¥ Ekonomik imkanlarının arttırılması;
Can ve mal güvenliğinin sağlanamamış olması,
Yüksek nüfus artış oranı,
Bölgedeki sert iklim ve arazi şartları ile
Eğitim düzeyinin düşük olması, gelir dağılımına menfi etki yapmaktadır. Bu alanda yapılan pozitif ayrımcılığın arttırılarak, özellikle bölgede oluşan özel sermayenin, kendi bölgesinde yatırıma dönüşerek iş alanı açılması için teşviklerin arttırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Sermaye birikimleri, terör nedeniyle, bölgede yatırıma dönüştürülememekte ve batı illerine kaymaktadır. Öncelikle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, bölgeye yapılacak yatırımları teşvik edecektir. Gelir dağılımının düzelmesi için de terörün durdurulması gerekmektedir. Düşük gelir düzeyi, terör örgütü tarafından istismar edildiğinden, yatırımların engellenmesi, terör örgütünün hedefleri içinde bulunmaktadır.
Bölgede oluşan sermayenin, bölgede yatırıma dönüşmesi için teşvik edilmelidir.
Ayrıca, bölgede verilen zirai krediler, terör örgütünün baskısı ile, bazan bu örgütün destekçilerine gitmekte, çoğunlukla da ailelerin sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılmaktadır. Kredilerin veriliş amacına uygun kullanılmasını sağlayacak tedbirler alınmalıdır.
İklimin sertliği, tarımın hayvancılık dışındaki alanlarında üretim yapma imkanı vermemektedir. Hayvancılık yatırımları, yem sanayii yatırımları ve hayvan ürünlerinin pazarlanması teşvik edilmelidir.
Ayrıca, halıcılık, dokumacılık vb. aile ekonomisine katkı sağlayan işletmeler yaygınlaştırılmalıdır. Artan nüfusun bölgede istihdamı imkanları hazırlanmalıdır.
Endüstri meslek liselerine ağırlık verilerek, eğitim düzeyini artırıcı tedbirler alınmalıdır.
Dini eğitim, genç neslin radikal silahlı örgütlere katılmasını önleyecektir. (Devam edecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.