Ortadoğu'ya dönmenin anlamı?
Yazının başlığına bakarak son dönemde yaşanan Ortadoğu derinlikli dış politika yöneliminin Türkiye merkezli bir Ortadoğu dizaynının hayata geçirildiği beklentisi içinde olanları sevindirdiğinde kuşku yok. Diğer tarafta bölgeyle sıcak bir ilişkiye girmenin Türkiye'yi ortadoğululaştıracağı endişesi taşıyan statükocular açısından ürküntü verici.
Bu iki kesimin beklentileriyle korkuları arasında sıkışan bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
Türk siyasetinin geleneksel davranış ve yönelimlerine bakarak devrim niteliğinde algılanan bazı girişimlerin Türkiye'nin çağdaş görüntüsünden ve Batılı yönelimlerinden bir sapma olduğunu düşünenler de az değil.
Türkiye'nin Ortadoğu'yla yakından ilgilenmesi, hatta ortaya çıkan boşluktan rol kapmasından rahatsız olan sistem içi, statükocu çevrelerin kaygıları ne kadar gerçek? Korktukları gibi Türkiye eksen mi değiştiriyor? Türkiye'nin Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına daha önceki yönelimlerine bakacak olursak uluslar arası arenada yalnızlaştığımız ekonomik anlamda krize girdiğimiz dönemlerde geleneksel politikaların bir kenara bırakıldığını, bir süre bu politikalara mola verildiğini hatırlatmakta yarar var. Söz gelimi ilk açılımla İslam Konferansı'na üye olmaya kadar varan Ortadoğu ve Arap dünyasına yaklaşımda Türkiye'nin Kıbrıs konusunda yalnız kalmasının önemli etkisi vardır. Petrol krizinin ardından gelen bunalımın laik hükümetleri Arap ülkelerine yakınlaşmaya zorladığı dönemlerde inkılâpların elden gittiğini ileri süren çıkmamıştı. Her halükarda içkisiz bir resmî yemek manzarası laikçi aydınlarımız tarafından irticaya neden olarak sayılabilirdi. Türkiye'nin zaman zaman bölgeye zorunlu dönüşü hiç de yeni bir durum olmasa da AKP iktidarının açılımı gibi bölgedeki olaylara taraf olması yeni bir durum. Burada sorun yeni yönelişin muhtevasının daha önceki ilişkilerden farklı bir yönelişe işaret edip etmediğinde düğümleniyor. Muhtemelen siyasi aktörlerin geçmişteki kimliklerine bakarak benzer bir uygulamadan tedirginlik duyanlar var.
Diğer tarafta Türkiye'nin Ortadoğu'ya dönüşüne sevinenlerin gerekçelerinin en azından psikolojik boyutunu anlamak hiç de zor olamasa gerek. Ancak bu sevincin anlamlandırılması üzerinde ciddi şekilde düşünmeyi gerektiren bir husus olarak şunu önemsiyorum. Bölgedeki "psikolojik liderlik boşluğunu doldurmaya aday" bir Türkiye'nin Ortadoğu'ya dönüşü ile biraz Osmanlı özlemi biraz da İslam kardeşliği duygularının tetiklediği duygudaşlık at başı giden iki farklı yaklaşım. Farklı gerekçelere sahip bu farklı stratejik tercihlerin aynı politik açılımda birleşmeleri ilginç.
Ortadoğu'nun tapusunun Türkiye'de olduğu söylemi tarihsel olarak doğru olsa da pratikte bir o kadar arızalı bir söyleme dayanarak geliştirilen "Türkiye'nin öncülüğü politikası"nın uluslar arası konjonktür açısından mahzurlu görülmediği bir gerçek.
Türkiye'deki yönetime ve Ortadoğu'daki diktatörlüklere rağmen halklarda karşılık bulan duygudaşlığın artık siyaseti de zorladığı başka bir gerçek. Ancak mevcut siyaseti yürüten aktörlerin konjonktürel adımlarına fazlaca anlam yüklenmesi duygudaşlıkları siyasete taşımayı bekleyen kitleler için en azından sükûtu hayal olabilir. Bu durumda en büyük çelişkiyi, Türkiye'nin dış politikada temel yönelimlerinden, Batı medeniyet ekseninden sapmadan devlet politikası olarak geliştirdiği açılıma en azından İslam birliği anlamında bir İslamcılık anlamı yükleyenler yaşamaktadır.
Her ne pahasına olursa olsun Türkiye merkezli bir dış politika, arka planda en azından yukarıdaki anlamda İslamcılık idealizmi içinde olan kesimler açısından hiç de karşılığı olan bir beklenti değil. En fazla duygudaşlığı tatmin etmekten başka temel bir dönüşüm anlamına gelip gelmediğinin de bu toz duman içinde ne kadar anlaşılabileceği henüz müphem.
Belli olan şu ki, Türkiye'nin temel yönelimleri ve sistemiyle pragmatist Ortadoğu açılımına bu türden anlam yükleyerek beklentiye girmek olsa olsa 'Türkiye merkezli bir milliyetçilik'le alakalıdır. Buradan bölgede olup bitenlere kanın akmasına, katliamlara seyirci kalınması gibi anlam çıkarılmaması gerektiğini ayrıca belirtmeye gerek yok. Fakat her girişimden romantik anlamlar çıkarmak yerine Türkiye'nin müdahil olmasının anlamını doğru okumak gerektiğinin altını çizmeliyiz.
Başa dönecek olursak, mevcut açılımı Türkiye'nin Ortadoğululaşması olarak ve kastedilen anlamda İslamileşmesi olarak anlayan/korkan kesimlerin hilafına bu açılımın Türkiye'nin bölgeyi şekillendirmesi anlamına geldiğini söylemek daha doğrudur. Ortadoğu'ya dönen Türkiye'nin 'dine ve inançlara dayalı uluslar arası ittifakların döneminin kapandığı'nı, 'İslam'daki bazı ekonomik kuralların yeniden gözden geçirilmesi'ni telkin eden bir Türkiye olduğunu hatırlamak gerekir.
Bu durumda Türkiye'nin Ortadoğu'ya müdahil olmasında İslamcılık adına pay çıkarmak yerine her ne olursa olsun Türk olsun diyen bir milliyetçilikten söz edilebilir. Bunun da sistem açısından hiçbir sakıncası olmasa gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.