Herkes Gerçekten Eşit mi?
21. asra girerken yaşadığımız olaylar bize böyle düşündürtüyor, böyle sorular sorduruyor.
Mesela bir rektör suç işledi iddiasıyla savcılıkça alınıyor, mahkemece tutuklanıyor. Bir de bakıyorsunuz YÖK Başkanı çıkıyor, “Cumhuriyet Rektörü suç işlemez. Bu cumhuriyete karşı çıkmaktır” diyor.
Bir sanayici tutuklanıyor, sanayiciler veya odalar birliği başkanı “bu bir devrimdir” diyor.
Bir general tutuklanıyor, Genel Kurmay Başkanı program dışı Başbakanla görüşüyor. Tutuklanan general bir iki günde salıveriliyor.
Örnekleri çoğaltabiliriz. İşin en fecaat yanı da hukuka sahip çıkması gerekenler, hukukun bu işlemlerine canhıraş saldırıyor.
Muhalefet Partisi hukukun yanında olacak yerde “bu saygın adamlar suç işlemez” diye ayırımcılık peşinde koşuyor.
Biz halk olarak şaşkın şaşkın bakıyoruz. Bu kanunlar elit tabakanın “haso” “hüso” dediği bizim gibi gariban halka mı geçerlidir sadece? Gücü bize mi yetiyor mahkemenin yalnızca?
Ben bir zaman bir konuşmamdan ötürü mahkemeye verilmiştim. Savcıya bildiği halde memur olduğumu hatırlattım. “Ya, öyle mi?” dedi. Ama “memurin muhakemat kanununa” rağmen devletten onay beklemeden mahkemeye sevketti. Oysa görüyorsunuz, nice memurlar, “devlet onay vermiyor” diye hakkında soruşturma bile açılamıyor.
Bu kanunlar hani herkese eşitti? Hukuk herkes içindi? Birisinin dediği doğru mu ne? “Demokrasi at sineklerinin delip geçtiği, kara sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağıdır.”
Gelin binaltıyüzyıl önceye gidelim. Kimilerinin “orta çağın karanlığı” dediği “Asr-ı s-Saadet”e gidelim ve karanlık aydınlık neymiş bir kere daha görelim.
Evet, Asr-ı s-Saadette hiçbir kişinin, sınıfın, soyun, beldenin, dilin, rengin her ne surette olursa olsun bir ayrıcalığı, imtiyazı, üstünlüğü yoktur. İslâm ülkesinde yaşayan bütün insanlar, hukukun önünde eşittirler. Köle veya zimmî (gayr-i müslim vatandaş) bile olsalar durum farklı değildir.
Aslında Kur'an, bütün insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını, saygınlığın da ancak takva ile olduğunu bildirir. (Hucurat -3 karş. ; Yunus - 19 ; Nisa –1; A'raf –189 )
Bir temel ilke de, inananların kardeş olduğudur.( Hucurat-10)
Peygamberimiz (sav), çok yoğun biçimde bu kardeşlik ve eşitlik ilkesine dikkat çekmiş, arab’ın acem’e (arap olmayana), acem’in arab’a asla üstünlüğünün olmadığını ısrarla vurgulamıştır.( Aclunî, Keşfü'l Hafa, hn: 2847)
O'nun ifadesiyle insanlar "bir tarağın dişleri gibi" eşittirler.( Ahmed, Müsned, 5/411)
Oysa, İslam öncesinde eşitlik diye bir ilke asla yoktu. Alabildiğine kabile ve soy asabiyetine meftun bu insanlar arasında dolayısıyla haksızlık ve zulüm bitmiyordu. Eğer Peygamber efendimizin (sav) ve halifelerinin ısrarlı tutumları olamasaydı, bu güzel ilke tez zamanda bozulabilirdi. Nitekim, Müseylemetü'l Kezzap yalancı peygamber olarak ortaya atılınca, kabilesinden bir adam şöyle demiştir: "Biz, Müseyleme'nin yalancı olduğunu biliyoruz. Fakat Rabî kabilesinin yalancısı, elbette Mudar kabilesinin doğru söyleyeninden daha iyidir."( Mevdudî, Hilafet ve Saltanat, s. 112)
Bu taassubu kırmak için, kısmen Hz. Osman dönemi müstesna tutulursa halifeler bilerek kendi aile ve akrabalarını, hatta kabilelerini devlet yönetiminden ve görevlerinden uzak tutmuşlardır. Özellikle ilk iki halifenin bu konudaki uygulamaları, hayret verici ve nerdeyse, "eşitlik ilkesini tersinden bozmuşlar" dedirticidir. Bunun örneklerini “İlim ve İktidar” kitabımızda vermiştik.
İslâm’ın insana sunduğu bu kanun önünde eşitlik ilkesi nimeti, doğrusu çok yakın zamanlara kadar dünyanın en önemli sorunlarından biri olmuş, hatta 20. asrın başlarında, insan hakları bildirgelerine girmesine rağmen, uygulamada geçerlilik sağlanamamıştır.
Bugün insan hakları evrensel beyannamesine imza atmış birçok ülkeler, bir çok sorunun, zulmün, kan ve gözyaşının kaynağını oluşturmaktadır. Daha düne kadar Kuzey Afrika'da ve Amerika'da zenci-beyaz çatışmaları sürerken, hatta bugün dahi üstü örtülü devam ederken, İslâm daha başlangıcında, peygamberimizin ifadesiyle, "Habeşli bir zenci"ye bile devlet başkanı veya başka bir idareci olma fırsatı veriyor ve yasal zeminde kaldıkça ona itaatı emrediyordu. (Buhârî, Ahkâm 4, Ezân 54, 56)