Yarı aydın- tam salak!..
Süleyman Demirel gibi “fırıldak” bir politikacıdan sonra…
Demokrasiye bağlılığını Anayasa Mahkemesi’nin sezon açılış merasimindeki konuşmasıyla gözler önüne seren (!) “hukukçu Cumhurbaşkanı”na kavuşacak olmamızı “büyük bir şans” olarak nitelendirenleri biliyorsunuz…
Yarı aydın- tam salak “muhafazakârlarımız” ile, bunları kuyruklarında dolaştıran “çok bilmiş- çok yanılmış” liberallerimiz!..
Hatırlayın; o günlerde “Sezer’le olmaz çünkü…” demiştik…
Anayasa Mahkemesi’nde görev yaptığı dönemlerde, demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne “zerre kıymet vermediğini” imzalarıyla ortaya koyan bir kamu görevlisini Köşk’e çıkartmanın sakıncalarından bahseden yalnızca bizdik..
Bu ekip “yakın tehlikeye” dikkat çeker…
Uyarılarda bulunurken… Yarı aydın- tam salak muhafazakârlarımızla çok bilmiş liberallerimiz, “Sizden başka karşı çıkan yok, bir siz mi biliyorsunuz bu işleri” yollu itirazlar dile getiriyorlardı.
Gel zaman git zaman…
Sezer, “gerçek yüzünü” tamamen ortaya koyunca…
Her iki kesimin önde gelen temsilcileri, “Bir konuşmasına kanıp demokrat sandık” türünden laflar etme noktasına geldiler de…
Geçmiş ola!..
Bakın… Bugün de, göreve başladığı günden bu yana resmen “kriz ve gerilim odağı” olarak faaliyet gösteren Erdoğan Teziç’i yolcu ediyoruz.
Bu zâta da, “Sezer tarifesi” uygulanmıştı YÖK Başkanlığı’na getirilmesinin sözkonusu olduğu günlerde…
“Alanındaki uzmanlığıyla…
Bilgisi ve kültürüyle kendisini kanıtlamış…
Diyalogdan yana, gerçek bir hukuk adamı!..”
-Kim?..
“Erdoğan Teziç!..”
Liberallerimizle ezik-büzük muhafazâkarlarımız, YÖK’ün başına Erdoğan Teziç gibi bir “bilim adamı”nın getirilecek olmasını hararetle destekliyorlardı.
O günlerde…
Teziç’in gelmişini geçmişini hepsinden iyi biliyor olmaktan kaynaklanan özgüvenle “Vural Savaş ve Kemal Gürüz’den farkı yok!” demiştik…
İstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsünde görev yaptığı dönemde sergilediği “hak ve özgürlük karşıtı” tutumlarını çok iyi bildiğimiz Teziç’e de -ne yazık ki- sadece biz karşı çıkmıştık.
Kendisini “tanıma” imkânını bulduğumuz dönemi şöyle bir anacak olursak…
Efendim… Gereğinden fazla görüştüğümüz günlerdi…
Bu tür adamların… Yani, “devlet despotizmini” ölesiye savunan zâtların bazı “yumuşak” noktaları vardır...
Nâdir marifetlerimizden biri de bu “yumuşak” noktaları keşfetmekteki süratimizdir…
Sayın Teziç, iltifattan ziyadesiyle hoşlanıyordu.
Bunu keşfeder keşfetmez, o taraftan yüklendik:
“Muhteşemsiniz, hocam” filan makamında!..
O günlerde…
Cuma adlı haftalık derginin İstihbarat Şefliğini yürüttüğümüz 1993-1994 döneminde, sık sık İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne giderdik.
Orada, günün birinde “şöhret olacaklarını” belli eden hareketli hocalar vardı. Mesela, şimdinin Anayasa Komisyonu Başkanı Profesör Burhan Kuzu, o günlerde, henüz keşfedilmemiş bir yardımcı doçentti.
Yine, Süheyl Batum ve Nemci Yüzbaşıoğlu gibi anayasa profesörleri, Erdoğan Teziç’in yanında bir yerlere gelmeye çalışan “yeni yetme”lerdi.
Sulhi Dönmezer, S. Sulhi Tekinay, İsmet Sungurbey de sıkça ziyaret ettiğimiz profesörlerdi.
Lâkin Teziç’in nedense ayrı bir yeri vardı.
Bu ilginç profesöre haftada en az iki defa uğruyorduk…
O günlerde, doğru dürüst “hassas medya” yoktu. Teziç’in dünya görüşünü yerden yere vuran bir derginin mensubu olarak, özel ilgiye mazhar oluyorduk. Görüşlerini ne denli önemsediğimizi, “bizi ne kadar etkilediğini” dile getirdikçe de… Sohbet edilmesi ihtiyaç haline gelen bir “delikanlı” olarak öne çıkıyorduk!..
O günlerde… “Mason localarını” yanlış değerlendirdiğimizi… Buralarda faaliyet gösterenlerin son derece “iyi insanlar” olduğunu filan söylüyordu, bize…
“Mason” olup olmadığına ilişkin sorularımı geçiştirirken, “masonluğun” propagandasını yapmaktan da geri durmuyordu!..
Başörtüsü tartışması o günlerde daha da hareketliydi.
Önceleri yazılmamak kaydıyla…
Sonra sonra, “teybe konuşarak”, başörtüsünü serbest bırakmanın, başörtüsüzleri zor durumda bırakacağını filan öne sürüyordu.
Üniversitelerin, “Allah’ın varlığının da sorgulanabileceği” bilim yuvaları olduğunu savunan Teziç…
“Kemalizm ve Anayasa’daki laiklik ilkesi de sorgulanmalı mı?” türünden sorularımıza kesinlikle “Hayır!..” karşılığını veriyordu!..
Uzutmayalım… Hayli emek sarf ettik. Ölçtük, biçtik…
Teziç’in, “Fransa tipi laikliği körü körüne savunmanın ötesine geçemeyeceğini” iyice anladık.
Ve… Onun, “Vural Savaş’tan farksız olduğunu” bu tecrübelere dayanarak dile getirdik.
Şimdi. Tıpkı “Sezer” mevzuunda olduğu gibi…
“Haklı çıkmanın üzüntüsünü” yaşamaktayız.
Sezer yedi, bu da dört yılımıza mâl oldu.
Ezik büzük muhafazakarlarımızla, bunları güdümüne alan liberallerimizin bilir bilmez ahkâm kesmeleri olmasaydı…
Kamuoyu yanlışa yönlendirilmeseydi… Sezer’in ve Teziç’in o noktalara getirilmelerine engel olabilirdik, belki de… O gün “henüz” iğdiş edilmemiş olan toplumsal heyecan, bu isimlere karşı büyük bir tepkinin oluşmasını ve bu tepki de karar vericilerin geri adım atmasını sağlayabilirdi.
Ne yazık ki, her ikisini de allayıp pullayıp “yedirdiler” topluma.
Bir biz karşı çıktık.
Özür dileriz: Yetmedi!..
TEZİÇ’İN BASIN TOPLANTISI
Neyse ne… Teziç dönemi de bitti. Teker teker kurtuluyoruz, bunlardan.
“Veda” münasebetiyle düzenlediği basın toplantısındaki hali, Teziç’ten kurtulmanın ne denli “hayırlı” bir gelişme olduğunu ortaya koymuyor mu?..
Bak sen, söylediklerine: “Üniversitelerde, değer yargılarını sarsıcı görüşlerin dile getirilmesini olağan karşılamak lazım”mış!..
-Onun için mi, “Kemalizmi” eleştiren profesöre dünyayı dar ettiniz?!.
“Problemleri barışçı yollardan çözmek için sıksık yargıya başvurmuş”lar!..
-Onun için mi savcıların rektörler hakkındaki suç duyurularını takibini engellediniz?!.
-Onun için mi yargılamanın önüne set çektiniz?!”
“Üniversiteler politikadan arındırılmalı”ymış?..
-Onun için mi, tamamen meclis iradesinde olan Cumhurbaşkanlığı seçimine bile müdahale ettiniz?..
-Onun için mi ortalığı karıştırdınız?..
Soru çok da… Uzatmanın mânâsı yok…
Teziç bugün gidiyor ya…
Ooohh!.. Hayırlı Cuma!..