İstiklal Savaşı’nı irticaya karşı vermek!
Dünyanın en güzel toprak parçasının üzerinde oturuyoruz. Arkamızda her türlü zorluğu yenmemize yetecek bir tarihi tecrübe var. Genç cevval bir nüfusa sahibiz. Enerjimiz, azminiz, hırsımız bizi istediğimiz her hedefe götürebilecek düzeyde. Ama bütün bu avantajlarımıza rağmen kendi kendimizle boğuşmaktan, anlamsız, yapay problemler ihdas etmekten kurtulamıyoruz.
Önümüze konulan hedefler, malik olduğumuz imkânlara göre çok küçük. Başımızı biraz kaldırsak bizi bekleyen muhteşem geleceği görecek, onun icaplarına göre davranacağız ama nerde? Bir türlü önümüze bakamıyoruz.
Asırlarca arkamızı kolladık, nereden nasıl vurulacağımızı bekledik.
O asırlar geride kaldı ama o alışkanlık değişmedi. Hala arkamızı kolluyor, düşman bir dünyada yapayalnız olduğumuzu düşünüyoruz. Bırakınız başkalarını kendi insanımıza bile güvenmiyoruz.
Öyle olmasa, bu kadar insanın kimini gerici, kimini bölücü, kimini bilmem neci diye suçlayıp, kendimizi duvarlarla örülü bir dünyanın gerisine hapseder miydik?
Oysa bir arada yaşamanın birinci şartı güvendir. İnsan güvendikleri, inandıkları ile bir arada yaşayabilir. Güvendiklerine sırtını dönebilir, güvendiklerine kendini teslim edebilir. Kimseye güvenmediğimiz için devamlı teyakkuz halindeyiz. Elimiz tetikte nöbet tutuyoruz. Her Türk asker doğar diyerek milletçe işimizi gücümüzü bırakıp askerlik yapıyoruz. Hepimizin birinci mesleği aslında askerlik.
Bu psikoloji ile Türkiye’yi geleceğe taşımak çok zor. İnsanına güvenmeyen hiçbir işi ağız tadıyla yapamaz, hiçbir hedefine ulaşamaz. Çünkü bu psikoloji savaş psikolojisidir. Bir millet hem savaşıp, hem ekonomik gelişmesini tamamlayamaz. Birinci Dünya savaşı biteli doksan yıl, ikinci dünya savaşı biteli altmış küsur yıl oldu. Herkes ordularını alıp evlerine döndü, silahlarını toprağa gömdü. Ama bizim savaşımız hala bitmedi. Cumhuriyeti kurduğumuz günden beri savaşıyoruz, kendi insanımız, kendi irfanımız, kendi medeniyetimizle.
Daha dün eski Anayasa mahkemesi başkanı, istiklal savaşını Türban’a, İrticaya, yani İslam’a karşı verdik demedi mi? Demek ki, tarih kitaplarında bize anlatılan Yunan da, İngiliz de, Fransız da yalan, aslında biz kendi kendimizden kurtulmaya çalışmışız. Öyle diyor Güngör yekta Özden. Bir insan kendi milletinden, kendi harsından nasıl bu kadar rahatsız olur. Kendi insanını nasıl böyle bir çırpıda düşman ilan eder? Bu kafayla bu dünya arenasında bir millet nasıl tutunur? Milletini düşman ilan eden ona karşı istiklal savaşı yapmaktan söz eden mefluç beyinlerle karşı karşıyayız. Bu az buz bir mesele değil. Önümüzde Anayasa mahkemesi başkanlığı yapmış, bir ülkenin en yüksek mahkemesinin başında bulunmuş bir zat var. Bu ülkenin önündeki takozlar bunlardır. Her fırsatta savaş naraları atarak milletin değerlerine saldıranlardan kurtulup, dünyanın bize bahşettiği fırsatlardan yararlanamıyoruz. Tarihin bize yüklediği misyonu yerine getiremiyoruz. En önemlisi milletçe kucaklaşamıyor, içimize serpilen nifak tohumlarını tesirsiz hale getiremiyoruz. Bu hale niye geldik sorusunun cevabı Güngör Yekta özden ve benzerlerinin millete reva gördükleri muamelede yatıyor.