Diyarbakır’da bir anma ve iki askerin tepkisi!
Geçen hafta mevlit kandilini kutladık. Camiler, mescitler sadece insanlarla değil, peygamberin gül kokusu ile dolup taştı. Her il, her şehir kendine göre bir kandil gecesi tertipledi. Bunların içinde hiç şüphesiz Diyarbakır’da peygamber sevdalılarının organize ettiği gecenin anlamı büyüktü. 80 bin kişi –yüce peygamber’i- karşılar gibi kent meydanında bir araya gelerek geceyi ihya ettiler.
Uzun zamandır partiler, Diyarbakır’da, seçimleri nasıl alırızın hesabını yapıyorlar. Devletin derinliklerinde etnik bölücülükle mücadelenin yolları, çareleri aranıyor.
Terörle mücadelede hangi argümanın daha tesirli olacağı tartışılıyor.
Tüm bu soruların cevabını aslında Diyarbakır kendisi her vesile ile veriyor.
Geçen yıl, Danimarka’da yayınlanan ve peygamberi hedef alan karikatürlere karşı en güçlü tepki Diyarbakır’dan gelmişti. 150 bin kişi büyük bir protesto mitingi ile –Diyarbakır’ın- yüreğinin nerede attığını göstermişti.
Güneydoğu’da hala en etkili bütünleştirme mekanizması İslam’dır. Gönüllere giden yol, İslam’ın bütün renkleri, farkları törpüleyen, insanları bir büyük peygamberin etekleri altında buluşturan çizgisinden geçiyor. Kısa bir süre önce GENAR’ın yaptığı, bazı çevrelerin telaşla gölgelemeye çalıştığı ankette de –bölge insanı-öncelikli sorununun etnik kimlik mücadelesi olmadığını açıklıkla dile getirmişti.
Diyarbakır mesajını açıktan veriyor. Bana geleceksen Allah diyerek gel, seni yüz binlerle karşılamaya, yüreğimin içine almaya hazırım diyor.
Diyarbakır’da gözlenen manzara Güneydoğu’nun ortak gerçeğidir. Bunu Türkiye’yi yöneten mekanizmalar da biliyor. Ama bilmek her zaman problemin çözümü için bu imkandan yararlanmaya yetmiyor. Din karşıtı tavırlar, terörü bir semirme aracı olarak görme düşüncesi, gerilimleri bitirecek bu imkanı devreye sokmaya mani oluyor. Aramızda, İslam’ın barıştırdığı bir dünya görmektense, kan görmeyi tercih eden vampirler var. Onun için Türkiye elindeki sihirli silaha rağmen –terörü- seyretmekle yetiniyor.
İki gün önce Diyarbakır’da istiklal marşımuızın kabulünün 88.yıl dönümü münasebetiyle bir salon toplantısı düzenlenmişti. İstiklal marşı demek milli bütünlük demektir. DTP bu gerçeği bildiği için kongrelerinde hiçbir zaman İstiklal marşını okumadı. Diyarbakır’da böyle bir etkinliğin düzenlenmiş olması bile önemli bir mesajdır. İlgili bütün kurumların böyle bir organizasyona destek olması gerekir?
Ama olmadı.
Toplantı salonuna gelen iki subayın salonda bir kaç başörtülü bayan görünce,tepki göstererek salona girmediğini bazı haber siteleri flaş haber olarak verdi. Daha sonra herhangi bir yalanlama veya tekzipte gelmedi. Düşünebiliyor musunuz, Diyarbakır’da İstiklal marşı şairimiz anılıyor, bayrağımıza, marşımıza saygının en güzeli gösteriliyor ama iki komutan başörtüsüne tepki için salonu terk ediyor. Şimdi söyleyin bakalım, bu problemleri kim içinden çıkılamaz hale getiriyor, kim kangrenleştiriyor?
Tabi sorumluluğu sadece askerin üzerine yıkıp, çıkmak da mümkün değil. Asıl sorumluluk programı tertipleyenlerle, salonda bulunanlara düşüyor. Birileri baş örtüsünden rahatsız mı oldu, onların salondan çıkarılmasını mı istiyor, salonda bulunan herkes ya tepki gösterip dışarı çıkmalı, ya da bu ülkeyi babasının çiftliği sanan bu kişileri salonu terke mecbur etmelidir. Baş örtülüler değil, onlardan rahatsız olanlar salondan çıkmalıdır. Türkiye askeri bir kışla değildir. Bazı askerlerin yanlışlarının bedelini yıllardır kanla, gözyaşıyla bu millet ödüyor. Üç beş askeri bürokratın ülkenin kaderi ile dama taşı gibi oynamasına müsaade edilmemelidir. Bu zihniyet tasfiye edilmediği müddetçe, ne terörle ne de öteki problemlerle mücadele etmek mümkün değildir. Bu iş de genel kurmay’a düşüyor.