Cevher İlhan

Cevher İlhan

Yargı reformu…

Yargı reformu…

AB “Türkiye raporu”nda yalnız “yeni anayasa”ya değil, “hukukun üstünlüğüne dayalı, insan haklarına ve temel özgürlüklere bağlı, istikrarlı, demokratik, çoğulcu ve müreffeh bir toplum hedefine yönelik reformlara da dikkat çekiliyor.

Bu açıdan demokratikleşme sürecinin temelini oluşturan ve hukuk devleti niteliklerinin başında gelen “yargı reformu” Ankara’nın kırıklarının en başında yer alıyor. Ne var ki Ankara, yargı reformu bir yana, yargının işlevini ve verimliliğini arttıracak en basit fizikî altyapıyı ve Türkiye’de ifâde özgürlüğünün AB müktesebatıyla uyumunu esas alan yasaları ve uygulamaları bile başarmış değil. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in, yargının sorunlarını ve iş yükünü nazara vermek için “Yargıda yangın var” sözü bunun itirafı.

Bunun mâzeret olmadığını ve vatandaşın adaleti aradığını belirten Yargıtay Başkanı’nın, “kuvvetler ilkesi” ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) doğrudan Yargıtay tarafından seçilmesi, yargının bağımsızlığı için hâkim ve savcıların Adalet Bakanlığı’nın, yani yürütmenin vesayetinden kurtarılması ve etkisinden çıkarılması öteden beri dile getirilen taleplerden. Keza Adalet Akademisi ile Adlî Tıp müessesinin özerkleştirilmesi, Teftiş Kurulu’nun HSYK’na, adlî kolluk kuvvetlerinin savcılara bağlanması benzeri öneriler, yargının bağımsızlığı açısından önemli adımlar…

Lâkin Başkan Gerçeker’in sadece Yargıtay’ın üç ayrı binasının yetersiz kaldığı, arşivlerin dosyalara sığmadığı, 2009 yılına 700 bin küsur dosya devredildiği ve bunların bu gidişle 10 yılda bitirilemeyeceği yakınması, yargının içler acısı halini ortaya koyuyor. Bu yüzden sosyo-ekonomik bunalım suçları arttırıyor; hırsızlıklardan soygunlara, kavgadan kargaşaya asâyiş bozuluyor, toplumun huzuru kaçıyor. Bunu için yargının pratikleşmesi ve saygınlığının sağlanmasını isteniyor.

Yargıtay Başkanı’nın her adlî yıl açılışında tekrarlanan sözkonusu “yargının sorunları”yla ilgili tespitleri doğru. Dosya yükünün kartopu gibi büyüdüğü ve hükûmetin buna âcil çözüm bulması çağrısı da yerinde. Lakin başta düşünce ve ifâde özgürlüğü olmak üzere, yargının bahsedilen demokratikleşme ve özgürlüklerde üzerine düşeni yaptığı tartışmalı. Gerçeker’in dikkat çektiği gibi yargının yargıya güveni bile temin edilmiş değil…

Zira yargıda demokratik ülkelerle yeknesâklığın sağlanması, Türkiye’yi en çok mahkûm eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM içtihadı ile AB hukuku alanlarında yargı mensuplarıyla kolluk kuvvetleri başta olmak üzere kamu görevlilerinin insan hakları sahasında eğitim programlarıyla, hukuk bilinciyle donatılması şart.

Ancak başta yüksek yargı olmak üzere yargının bu şartı yerine getirmediği ortada. Bunun da ötesinde yargının temel hakları ve hukuku çiğneyip katleden darbelere, demokrasi ve hukuk dışı ara dönemlere destek verdiği görülüyor.

Aradan geçen 29 yıla rağmen hâlâ demokrasiyi askıya alan, Meclis’in kapısına kilit vuran, meşru hükûmeti alaşağı eden 12 Eylül ihtilâli Hâlâ 12 Eylül ihtilâl rejiminin oluşturduğu yargısız yargı düzeni devam ediyor.

28 Şubat postmodern darbesini destekleyen bürokratlar, iş adamları, gazeteciler ve yazarlarla birlikte yüksek yargı mensuplarının “irtica tehlikesi” nutuklarını can kulağıyla dinledikleri darbecileri dakikalarca ayakta alkışmaları lekesi temizlenmiş değil…

12 Eylül gibi 28 Şubat sürecinin antidemokratik ve hukuk dışı dayatmaları, yasaları hâlâ işbaşında. Kur’ân kurslarında Kur’ân öğreniminin yaşla yasaklanması gibi bilhassa din eğitimi ve öğretimine dair uygulamaları yürürlükte. “İrticaî karakter taşıyor” isnadıyla subay ve astsubaylar yargısız - sorgusuz sualsiz mesleklerinden atılıyor.

12 Eylül darbesini dayatan “Evren ve Konsey üyesi arkadaşları” hakkında iddianâme hazırlayıp darbecilerin yargılanmasını isteyen Adana eski Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu’nun icraya karşı adalet isteyen HSYK’ca mesleğinden ihrâcı, yargıdaki kırılganlığın en açık bir örneği…

Bizzat Yargıtay Başkanı’nın itirafıyla yargıçların masalarındaki yüzbinlerce davaya boğulduğu, dosyaların arşivlere, arşivlerin dosyalara sığmadığı Türkiye’de yargının işlevini ve verimini arttıran “yargı reformu”nun zarûretini ortaya koyuyor. Demokratikleşme sürecinin önemli ayaklarından biri olan, insan hakları, temel özgürlükler; düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlüklerinin AİHS, AİHM ve AB hukuku ile uyumlu yaşatılması icâb ediyor.

Her yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine üç bin başvurunun yapıldığı Türkiye’nin hâlen AİHM’in önündeki çoğu insan hakları ihlâlleriyle ilgili onbir bin dava ile Türkiye’nin iki katı 150 milyon nüfusa sahip Rusya’dan sonra ikinci sırada yer alması, Türkiye’de yargı reformunun önemini ortaya koyuyor.

Her fırsatta - fizikî altyapı yetersizliğinden yakınan ve yargı bağımsızlığını nazara veren yüksek yargı, öncelikle demokrasiyi rafa kaldıran hukuk dışı darbelerin anaforundan kurtulup bunu tâdil etmeli. Evvela anayasasında darbeleri ve darbecileri koruyup kollayan ayrıkların ayıklanması, düşünce, ifâde ve inanç özgürlüğündeki Türkiye’nin ayıbını silmeli…


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cevher İlhan Arşivi