R. Özdenören

R. Özdenören

Bir fotoğrafı okumak

Bir fotoğrafı okumak

Aslında her şey ayan beyan ortada. Yeter ki, onu okuma maharetini göster! Aklıma hep kralın Arşimet'e tacına altından başka madenin karıştırılıp karıştırılmadığını açığa çıkarmak üzere verdiği problem gelir. Olay biliniyor: zamanın kralı bir kuyumcuya belli ağırlıkta altın verir, o altından bir taç yapmasını ister. Kuyumcu olağanüstü güzellikte bir taç yapıp krala teslim eder. Kral tacın güzelliğine meftun olur, fakat kuyumcuya verdiği altından çalınıp çalınmadığından kuşkuludur. Arşimet'i çağırır ona şu görevi verir. “İncele bakalım benim verdiğim altından çalınmış mı? Fakat tacın biçimini bozma, onu olduğu gibi bırak!”

Arşimet bu zor işin üstesinden nasıl gelecek? Eğer tacı eriterek içindeki madenlerin karışımını bulması istense iş kolay. Fakat taca dokunmadan kralın talimatı nasıl yerine getirilebilir?

Burada kralın Arşimet'e verdiği görev tam da şudur: bu tacı oku, diyor: bak bakalım bu taç hal diliyle sana ne söylüyor, içinde altından başka madenlerin bulunup bulunmadığını ifşa ediyor mu?

Okunması istenen gerçeklik tacın içinde duruyor. Onu okumanın envai çeşit yöntemi vardır belki. Ancak kral her okumaya izin vermiyor. Tacın doğasını bozmamakla sınırlıyor bu okumayı.

Dışımızdaki doğanın okunması da aynen budur. Dışımızdaki doğayı Aristo bir çeşit okudu. Kopernik, Kepler bir çeşit okudu. Galile, Newton başka türlü okudu. Einstein herkesten daha başka türlü okudu. Kim bilir daha hangi okuma yöntemleriyle tanışacak insanoğlu?

Toplumsal ilişkilerin de okuma biçimleri var: tarih, sosyoloji, coğrafya, hukuk, ekonomi vb. farklı okuma yöntemleriyle yaklaşır toplumsal ilişkilere. Felsefenin okuma biçimi daha başkadır. Tarih boyunca filozofların okuma biçiminin ardı arası kesilmez. Marx ne diyordu: “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yorumlamaya çalıştılar. Oysa önemli olan onu değiştirmektir.” Son tahlilde bu da bir okuma biçimi değil miydi?

Tarih okumalarımızdaki ihtilâf tam da bu okuma biçimindeki anlaşmazlıktan doğmuyor mu? Birileri birilerini seviyor ya da ondan nefret ediyor. Sevenlerle nefret edenlerin okuması farklılaşıyor. Aynı kümede yer alanların da okumadaki yöntemleri farklılaşabiliyor. Böylece aynı metinden farklı anlamlar çıkartılabiliyor.

Karların üzerinde yığılı duran bir metal enkazı.. oraya buraya savrulmuş metal parçacıkları.. oraya buraya savrulmuş cesetler.. onların belli biçimde duruşları.. kopmaması gereken ya da kopmayacağı farz edilen aksamların kopmuş olduğunun görülmesi.. yolculuktan önce geçen konuşmalardan hatırlanan ibareler.. o ibarelerin yan yana getirilmesinden doğan, doğabilecek olan anlam kırıntıları..

Bütün bunlar önümüzde, bizi, kendini okumaya davet eden bir metin olarak duruyor. Uçakla, uçmayla ilgili uzmanlar, adli tıp uzmanları, konuyla uzmanlık ilişkisi bulunmayan tanıkların tanıklıkları, aklımıza gelen veya gelmeyen daha başka “sonsuz” faktörlerin bizi davet ettiği okuma biçimleri... Bütün bunlar, önümüzde duran şifrenin dekoder'leridir. Önümüzdeki bilmecenin kodları isabetli çözücüler kullanılabilirse çözülüp okunacaktır.

Yargıçların, tarihçilerin, sosyologların, filozofların işi tam da bu değil midir? Hekimlerin karşısındaki hastanın durumunu teşhis etmesi tam da bu değil midir?

Bugün belli bir anlamı vermek üzere okunan tarihin başka bir zamanda başka okuma biçimleriyle farklı anlam örüntülerine yol açtığını tarihin kendisi bağırıp durmuyor mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
R. Özdenören Arşivi