Özal: Ebediyete intikalinin yıldönümü
Özal, 17 Nisan 1993 yılında hayata gözlerini yumduğunda Türkiye'ye kendisinin deyimiyle çağ atlatmıştı.
Bu günden geriye bakıldığında Özal'ın öne çıkan en karakteristik yanı onun, sivilleşmede gerçekleştirdiği başarıda görülebilir. Özal, benim nazarımda, askerî vesayetin sivil siyaset üzerindeki baskısını etkisizleştirme konusunda Cumhuriyet tarihinin biricik siması olarak temayüz eder.
Özal, hayata gözlerini yumduğu tarihte Türk siyaset ve iktisat hayatında özelleştirme olgusunu kabul ettirmiş ve bu alanda esaslı adımlar atmış bulunuyordu. O, bu işi gerçekleştirmeye çaba gösterirken, bazı siyasî mahfiller hâlâ durumun farkında olmayarak olayı ülke mallarının talanı düzleminde görmeye devam ediyordu. Ve bu işin önemini kavramaksızın konuya dedikodu mesabesinde yaklaşıyorlardı. Nitekim o tarihte görüştüğümüz farklı siyasî partilerdeki yetkililer, işi kavramaktan o kadar uzaktılardı ki, özelleştirmeye olan muhalefetlerini: "Bu arpalıklardan biraz da biz istifade edelim de, sonrasını sonra düşünürüz" kabilinden akla zarar mülâhazalar dermeyan edebiliyorlardı.
Türk fikir hayatının ensesinde boza pişiren o günkü Ceza Yasası'nın 141., 142. ve 163. maddeleri Özal öldüğü tarihte kaldırılmış bulunuyordu. Elbette bu maddelerin kaldırılmasına bizzat Özal'ın partisinin önde gelenlerinden bazılarının bile muhalefeti vardı. (Örnekse Mesut Yılmaz.. aynen general Kenan Evren gibi düşünüyor ve 141 ve 142 için bir şey diyemem, ama 163 kalkmasın, diyordu. 163. madde, dindar insanları cendere altına alıyordu.)
Türkiye tarihinde ilk kez ülkeye muz ithal edildiğinde, zamanın muhalefet partisi (DYP) lideri Süleyman Demirel'in "döviz rezervleri eriyecek" diye feryat ettiği unutulmamıştır umarım. Bu olayın Türk iktisadiyatında nasıl bir dönüm noktası teşkil ettiği buradan da anlaşılabilir. Özal'sa, bu kavrayışsız feryada sadece gülümseyerek cevap vermişti.
Keza o dönemde İstanbul limanında bir gemiye ihraç edilmek üzere pirinç yüklenirken, diğer bir gemiden ithal edilmiş pirincin tahliyesi gazetelere haber konusu olmuş ve gene aynı muhalefet lideri: "Lazımsa niçin ihraç ediyoruz, lazım değilse niçin ithal ediyoruz" kabilinden kendine özgü bir mantıkla karşı çıkmıştı. Özal, olayı gene tebessümle karşılamış ve: "Ben ticaret yapıyorum, alırken de kârım var, satarken de…" diyerek cevap vermişti.
TL'nin konvertibl hale getirilmesi gene benzer itirazlarla karşılanmıştı. Düşünün ki, daha önce, cebinde 5 dolar bulunduran biri Türk Parasına Koruma Kanunu'na göre sorguya çekiliyor ve cezasına hükmediliyordu. Yurt dışında bulunduğum bir sırada, Türkiye'de yayınlanan bir dergiye abone olmak üzere dolar gönderdiğimde, derginin ilgilileri paniğe kapılmış ve o doları nasıl ortadan kaldıracaklarını bilememişlerdi. Ülke, böylesi süreçlerden geçmişti. Bu gün hayal etmesi bile insana zor geliyor.
Türk siyaset hayatında tabu sayılan birçok konu tartışma ortamına getirilmişti.
Örneğin genelkurmay başkanının statüsü ve protokoldeki yeri tartışma gündemindeydi. Keza MGK'nun üye kompozisyonu, yani bu kurulu oluşturan üyelerin niteliği ve kimlerce temsil edileceği, sayısının ne olacağı tartışma gündemindeydi.
Dış politikadaki öngörülerininse bu gün bile layıkıyla anlaşılabildiği kanısında değilim.
[Özal'ın bir tür siyasî vasiyeti mesabesinde olan 2. değişim programı üzerinde ayrıca durulmalıdır.]
Şimdiyse ölümünün 14. yılında onu rahmetle anmakla yetiniyorum.
(Not: Bu yazı 17 Nisan 1993 tarihinde ölen Özal'ın 14. ölüm yıldönümü münasebetiyle 15 Nisan 2007'de bu sütunda yayınlanmıştır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.