Gerilim: Halkla bürokrasi arasındaki çizgi
Toplumsal/siyasal düzenin bir aşamadan yeni bir aşamaya geçişinin sıkıntılarını biliyoruz: toplumsal/siyasal yapıda gerilim yaşanır. Bir yanda kurulu düzene abanmış olan statükocular bir yanda yenilikçiler.. kitle bu iki çekişme arasında değindiğimiz gerilimi yaşamaya başlar.
Yenilikçilerin sunduğu öneri statükoculara öylesine inanılmaz, öylesine baş döndürücü gelir ki, aralarında kurulu düzenin darbesini yemiş olanlar, kurulu düzenin kendini savunma sadedinde gerçekleştirdiği şiddet hareketinden zarar görmüş olanlar bile durumu kavramakta güçlük çeker. Hatta kavrayamaz. Sunulan öneriyi reddetmeye, geri çevirmeye kalkışır. Çünkü yenilikçilerin önerisini kabul etmek onlara bir bakıma kendi varlığını inkâr etmek gibi görünür.
Nitekim yakınları öldürülmüş olanlar, fiilin bizzat kendi yakınları tarafından gerçekleştirildiğini öğrendiklerinde durumu havsalalarına sığdıramadıklarını beyan etmek zorunda kalmışlardır/kalıyorlar.
Olayı Türkiye örneğinde somutlaştırmak istersek görünen tablo şudur: kurulu düzen vesayet yöntemiyle asker ve sivil bürokrasinin buyruğuna tahsis edilmiştir. Ama niçin?
Çünkü kurulu düzenin dizginini elinde tutan güç, sureta demokratik bir düzene geçilmiş olsa da, halk kitlesinin oylamasına asla itimat edilemeyeceğine ilişkin katı bir kanaat sahibidir. Halkın cahil olduğu kimizaman açıkça beyan edilirken, kimizaman da dokundurmalarda bulunularak belli edilir. Kurulu düzenin temel ilkelerinden sayılan halkçılığın nasıl dile getirildiğini hatırlayın: "Halka rağmen halk için" deni-yordu. Niçin halka rağmen? Çünkü halk kendi çıkarını bilmez. Tıpkı gayrı mümeyyiz (çocuk, akıl hastası, ayyaş vb) kişiler gibi. Nasıl ki, kendi çıkarını korumasını bilmeyenlere bir vasi tayin edilmesi gerekiyorsa, cahil halka da vasi lazımdır.
İşte vesayet düzeni denilen yöntemin dibinde yatan sebep budur. Türkiye'de son birkaç on yıldır yeni bir anayasa yapmanın sözü ediliyor. Bu anayasanın referandumdan geçirilmesi konuşuluyor. Ancak kurulu düzenin değişmesini istemeyenler referandumun sonucuna asla güven duymadığından çeşitli bahanelerle yeni bir anayasa yapılmasını ertelemek, engellemek istiyor. Onlara göre, kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya kaçar, ya zurnacıya...
Vesayet yöntemi bu ülkede anayasa'ya dercedilmiş vesayet kuruluşları marifetiyle işletiliyor. Anayasa bu kuruluşlara elbette vesayet kurulu demiyor; daha nazik bir dil kullanıyor ve onlara anayasal kuruluşlar adını veriyor. DPT, MGK, YÖK, RTÜK bu kuruluşların örneklerindendir. Bu kuruluşlar aslında siyasal organın iradesini dizginlemek, icabında boşa çıkartmak üzere etkinlik gösterir. Kuruluşun başında bulunan yöneticilerle hükümet veya Meclis arasında ahenk varsa, o kuruluşun vesayet organı olduğunun farkına varılmayabilir; fakat zıtlaşma olduğunda adı geçen kurulların nelere kadir olduğunu uygulamadan izlemek mümkündür.
Ayrıca yüksek mahkemelerin tutumu da ilginçtir. Türkiye'de yargı erkinin siyasallaştığı yolundaki iddia yeni değildir. Bu iddia aslında yürütme erkini güdümü altında tutan vesayet organlarının yargıdaki izdüşümüne denk düşer. Anayasa Mahkemesi'nin yasama üzerinde, Danıştay'ın yürütme üzerinde, Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi nezdinde siyasal partiler üzerinde oynadığı kısıtlayıcı etkinliklerinin tümü son yıllar boyunca ulusça izlendi.
İmdi, statüko, gerek adı geçen organlar marifetiyle gerekse genel idaredeki bürokratlar marifetiyle olduğu gibi muhafaza edilmek isteniyor.
Öte yandan anayasanın öngördüğü kurulu düzenin ülkenin ihtiyaç duyduğu değişime cevap vermediği biliniyor. İşte bir yanda statükocuların bir yanda da yenilikçilerin çekişmesi değindiğimiz gerginliğin ortamını meydana getiriyor.
Ancak ne kadar uzarsa uzasın rövanşın yenilikçilerden yana olacağı, söylenmeden de bilinen bir husustur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.