“Peygamber Ocağı”
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Harp Akademileri Ders Yılı açılışında “Yıllık Değerlendirme Toplantısı” başlığı ile yaptığı konuşma, bir boyutuyla kamuoyuna mesajlar vermeye ayarlıyken, bir boyutuyla da kurmay subaylara yönelikti.
Askerin siyasetle ne kadar ilgili olduğu malûm. Org. Başbuğ’un konuşması da, TSK’nın bu alanı terketmeye niyetli olmadığını gösteriyor. Ama stratejik yeni açılımlar da yok değil.
Konuşmanın din ve kimlik aidiyeti bölümleri, ülkenin yapay ama bir o kadar da gerçek sorunlarını teşkil etmesi sebebiyle, dikkatleri çekti. Ben de, dinle ilgili boyutunu analiz masasına yatırmaya niyetliyim bugün.
Asker, hiç eğip bükmeden söyleyecek olursak, dindar halkı incitmiştir. Halkın incinmesi ordunun da yıpranması demektir. Gücünü halktan alan ordunun buna ilânihaye tahammül etmesi mümkün değildir, akıllıca da değildir.
Özellikle de 28 Şubat sürecinde TSK’nın görev alanını aşarak siyasete müdahale etmesi, bir anlamda halkın siyasi iradesine karşı çıkması, geniş halk kitlelerini gücendirmiştir.
“İrticayla savaş” bahanesiyle mütedeyyin halkın eğitimde, iş hayatında ve bürokraside üstüne gidilmesine, halk gönül koymuştur.
TSK içinde önemli bir gücün askerî hiyerarşiyi de aşarak 2003-2004 yıllarında darbe girişimlerinde bulunabilmiş olması, halkı hem ürkütmüş hem de üzmüştür..
Sayın Abdullah Gül’ü, hanımının kıyafet tercihinden dolayı cumhurbaşkanı yapmamak için e-muhtıra verilmesi, askerî müesseseyi “Peygamber Ocağı” gören halkın hislerini dumura uğratmıştır.
Üniformanın dindarlara yönelik bütün yasaklarla beraber anılmaya başlanması esef vermiştir.
Özetini verdiğimiz bu tablo karşısında ordu, duygu tamirine, örselenen güveni yeniden inşa etme yoluna gitmiştir. Onun için de dindarlara yönelik inkârcı politikalarda bazı revizyon sinyalleri vermektedir.
Org. Başbuğ’un konuşmasında, “Bizim ordumuz 'Peygamber Ocağı'dır” demesini böyle anlamak doğru olur mu?
Org. Başbuğ, bu beyanıyla, kendisini gücün şehvetine kaptırmış bazı askerlerle komuta ettiği ordusu arasına zâhiren mesafe koymuştur.
Pervasızca; “Ordu Peygamber Ocağı değildir!” mealinde açıklamalar yapan tâifeyle işimiz yoktur, demiştir...
Bu vurguyla halkın ordusuna karşı kafasında oluşan kuşkuları gidermeyi hedeflediği açıktır. Geç kalmış bir açıklama olsa da, rahatlatıcı bir beyan olmuştur. Ama halk, bu sözün gereğini vakada görmek istemektedir.
Hele de, Org. Başbuğ’un “irtica” kavramı yerine “cemaatleri” yeni tehdit konsepti içinde ilan etmesi, kafaları iyice karıştırmıştır. Varoluş nedeni Hz. Peygamber’in öğretileri olan cemaatler, bundan sonra kendisine ‘Peygamber Ocağı’ diyen kurumun yeni hedefi olacaksa, bu yeni açılım inandırıcı olmaz!
Hâlbuki, gereğinden fazla mağdur edilmiş mütedeyyin câmia, huzur istiyor, istikrar istiyor. 'Peygamber Ocağı' dediği kurumla asla karşı karşıya gelmek istemiyor.
Bütün dünyanın bir gerçeği olan cemaatlerin yeni tehdit konseptinin merkezine yerleştirilmesi kimin faydasına? Bu, “irticayla savaş” hamlesinin yeni kamuflajı gibi gözüküyor.
Dindarlara değil, mürtecilere karşı olduğunu söyleyen Org. Başbuğ, acaba bu tefrik işini nasıl yapmaktadır? Nîrengi noktası nedir?
Meş’um 28 Şubat sürecinden biliyoruz. Peygamberi seven ve O’nun öğretilerini bugüne taşımak isteyen herhangi biri, pekâlâ mürteci sayılabilir. Nitekim sayıldı da..
Hiç unutmam. O günlerin puslu havasında bugün Devlet Bakanı olan Prof. Mehmet Aydın, bir televizyon kanalında irtica konusunu irdeliyordu. “Ben bile, kendimi, yapılan irtica tanımlarının içinde buluyorum!” demişti. Kavramın objektif kriterlere göre değil, keyfî kullanıldığını isyanla dillendirmişti.
Dünyaca tanınan ilahiyatçı Prof. Mehmet Aydın’ı ne ılımlı düşünceleri, ne de hanımının başının açık olması, irtica tanımından âzade kılmamıştı.
Yaşadığımız zor tecrübelerin ışığında, ‘dindarla mürteciyi kim ve nasıl belirleyecektir’ endişesi, haklı bir endişedir.
“Peygamber Ocağı”nın komutanına şu soruları sorsak, garip kaçar mı?
“Ocağın nisbet edildiği Hz. Peygamber ne anlama gelmektedir?”
“Ocağın Hz. Peygamber’e nisbet edilmesi, ne tür bir hassasiyeti gerekli kılmaktadır?” “Bu hassasiyet içerisine başörtüsü de girer mi?”
Bunları sorarken gâyet tabiî ki askeri dinî bir mercî olarak görmüyorum. Laik devlet ve laik devletin kurumları dini tanımlayamazlar. Ne asker, ne de siyasiler dini tanımlamalı. Bu laikliğe aykırıdır. Dinî olanı, alanın uzmanları, mütedeyyin câmianın değerleri belirler.
Bizim demek istediğimiz, TSK dindarlıkla bir sorununun olmadığını söylüyorsa, inandırıcı olmalıdır. Bu da halkın değerlerine paralel durmakla mümkündür.
Cemaat tehdidini öne çıkarmak, Ergenekon dâvâsı sürecinde birliği bozulan kesimleri “ortak bir düşman” karşısında tekrar birleştirme taktiği ise eğer, şimdiden yeni açılımın hiçbir faydasının olmayacağını söyleyebiliriz.
Umarım endişelerimiz haklı çıkmaz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.