Hiç merhameti kalmayan dünya!
Ne kadar farkındayız tartışılır; ama gerçek olan şu ki bütün bu olanlar toplum olarak bizi, tek tek hepimizi, her birimizi çok örseledi. İçimizden, insanlığımızdan bir şeyleri kaybettik bu sallantıda. Kuşlara cami duvarlarında barınaklar inşa eden insanlar olmaktan çıkalı çok olmuştu gerçi, ama merhameti çocuklarından bile esirgeyen insanlar değildik yine de yakın zamanlara kadar. Kolay değil, topraktan lav silahları çıkan bir ülkede yaşıyoruz. Yakın tarihimizin bir yalan tefrikasından başka bir şey olmadığını görmenin sarsıntısını yaşıyoruz her Allah'ın günü. Yaşanmış onca yılın, kırılmış hayallerin, sönmüş ideallerin, acımasızca üstümüzden geçip gitmiş zamanların, harap edilmiş nesillerin bir hiç uğruna kaybedildiğini... Kirli toplum mühendislerinin, bizim küçük küçük kırılganlıklarımızdan koskoca bir yalan ördüklerini fark ediyoruz. Ruhlarımızı dolandırdıklarını, bizi birbirimize doğru sürdüklerini, aramızda sonradan hiç anlam veremediğimiz düşmanlıklar tutuşturduklarını anlıyoruz. Belki sisler dağılıyor bir parça, uzun yıllar boyunca aradığımız cevaplar tek tek ortaya çıkıyor belki... Ama mutlu ediyor mu bu bizi? Etmiyor, hiç etmiyor! Sadece biliyoruz artık neden bu memleketin nesiller boyunca neden sürekli enkazlar kaldırmak zorunda kaldığını... Yıkılanın ne olduğunu, neden olduğunu bilemeden... Şimdi bu yalan dünyanın incittiği ruhlarımızla bilemiyoruz nereye doğru gideceğimizi, hangi hayali kuracağımızı, hangi ideale inanacağımızı... Kendimizi sevmeye bile korkuyoruz ki başkalarını da sevebilelim. Kendi çocukluğumuzla barışamıyoruz ki, bugünün çocuklarıyla barışabilelim. Çocukları kendi çocukluklarıyla baş başa bile bırakamıyoruz ki, merhameti dibinde unuttuğumuz o karanlık kuyudan gün yüzüne çıkarabilelim. Hayatımızı o merhametle, o rahmetle ısıtabilelim, ışıtabilelim. Kafatası hoyratça kırılan çocuklar, bizim en orta yerinden kırılan insanlığımızla ilgili... Dövülen çocukların fotoğraflarında bizim şaşkın, tuhaf, suçlu yüzlerimiz var. Çocuklarına bile merhameti kalmayan bir yerde hakikat barınabilir mi? Bakmayın ağaçların pembe beyaz çiçekler açtığına, bu bahar kırların, ağaçların, kuşların, kelebeklerin. Can suyunu kaybetmiş varlıklarımıza bahar gelebilir mi? Toprak canımızdı, sadık yarimiz, namusumuzdu eskiden. Şimdi külçeleşmiş suç aletleri, hain planlar, masum zihinleri yaralayan kara tezgâhlar fışkırıyor topraktan. Bu öyle bir kirlenme ki içimizden esir alıyor bizi... Masumiyetin bile kirlendiği bir zamanı hangi yağmur temizleyebilir? Değerlerimiz çözülmüş, hayallerimiz kırılmış, ideallerimiz sönmüş. Sonra çocukları koltuklara oturtup konuşturuyoruz. Bizden duydukları yalanları söylüyorlar bilgiç edalarla. Oysa çocuk olabilseler, çocuk olmaya bırakılabilseler, her sözcüklerinden hayatımızı temizleyecek ferahlığı biriktirebilirdik. Büyüklerin çocuklardan öğrenecekleri var, çocukların büyüklerden olduğu kadar... Çocukluk mübarektir çünkü, çocuklar mübarektir. Masumiyet onların avuçlarında gizlenir. Doğarlar masumdurlar, büyürler masumdurlar, çocuklukları bitinceye kadar hep masumdurlar. İncittiğimiz şey hayatın özü, arı duru varlığı...
Bir kenardan bakıp, “Dünya ne hale geldi?” diyecek zaman değil ve başka bir gezegende değiliz hiçbirimiz. O kirlenmiş dünyaya basıyoruz ayaklarımızı! Ve bir şeyler eksikse, o bizim insanlığımız!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.