Mubârek Kur'ân soruyor ve şâhid tutuyor!
Bir önceki yazımı sayın bay Deniz Baykal’ın selîm akıllara durgunluk veren tuhaf çıkışlarından en çarpıcı olanına değineceğimi söz vererek noktalamıştım – “araya yeni bir şeyler girmeyecek olursa tabiî” şerhini düşerek/şartını koyarak.
Araya “Ataist”lerimizin (Aman dikkat! “Tanrıtanımaz”ın Frenkçesi olan “ateist” değil, “Ataist”, yani “İslâmist”/“İslâmcı” misâlinde olduğu gibi, “Atacı”!) geleneksel “Anıtkabir’de Ata’ya Şikâyette Bulunma Ritüeli” giriverdi. Bu gidişle, eğer dünya ve de “Ataist”ler hâlâ var olmaya devam edecekse, Anıtkabir’de muntazaman tertiplenen bu ritüellerin gelenekselleşerek, dahası “yarı resmî” bir “teâmül” hâline gelerek, oranın “Ataist”ler için ziyâret edilip, her türlü –ama “her türlü”!- şikâyet ve/veya dileğin arz edilmesi “vâcib” hatta “farz”(!) olan bir tür “Kutsal Ağlama Duvarı” gelmesi/getirilmesi işten bile değil!
Ben de o gün, en civcivli saatlerde, kafamda takkem, ayağımda mesli kara lastiğim, sokağa çıkıp birkaç defa: “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diye haykırdım! Gelip geçenlerin hemen hepsi de bana bakıp güldü. Gülmeyenler ise “Vah vah, zavallı hacı kafayı iyice üşütmüş besbelli!” kabîlinden bakışlar fırlattı. Hâlime gülenlerden bazılarına dayanamayıp, sebebini sordum. Dediler ki: “Hacı amca, sen ne söylediğinin farkında mısın?” – “Farkındayım elbette… Henüz bunamadım! Neden gülüyorsunuz bana, onu söyleyin hele!”
– “Yahu, sana kim inanır!”.
Hoşuma gitti!
Doğru! Aynı şeyi ben de o malûm Tuhaf Gürûh’un, öncelikle ve özellikle önde gidenleri/gidenleri ve önderleri için, şartlar öyle gerektirdiğinde “Efendim, biz de Müslümanız!” diye hava attıkları zaman, düşünüyorum: “Yahu, size kim inanır!”.
Sayın bay Baykal buyuruyor ki: “Türkiye’de yaygınlaşan İslâmiyet’in özü, değerleri, ahlâkı, kuralları değildir. Kur’ân’ın İslâmiyeti değildir!”
“Kamusal Alan”da sorabileceklerden, dahası sorması gerekenlerden hiç kimse sayın bay Baykal’a şu suâli sormuyor: “Size göre İslâmiyet’in özü, değerleri, ahlâkı, kuralları, Kur’ân’ın İslâmiyeti nedir? Zira besbelli ki bir Müslüman olarak İslâmiyet’in özüne, değerlerine, ahlâkına, kurallarına, Kur’ân’ın İslâmiyetine karşı değilsiniz, hatta bunların yaşanmasını destekliyorsunuz!”
Bizim, özellikle ve öncelikle de fikri hür vicdânı hür Mü’min/Mü’mine Müslümanlar olarak “ümmetsel Alan”da bu suâli ısrarla sormamız ise, sayın bay Baykal nezdinde hiçbir değer ve mânâ ifâde etmiyor besbelli!
O hâlde bırakalım, mubârek Kur’ân konuşsun – zira o konuştuğu zaman herkes ve her şey susar/herkese ve her şeye susmak düşer!
İşte soruyor âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle:
Bismillâhirrahmânirrahîm… Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? yani “verdiğiniz hükümleri neye/nereye dayandırıyorsunuz” diye, meselâ mubârek Kalem Sûresi’nde (68:36) ve devam ediyor: Bismillâhirrahmânirrahîm… Yoksa ders gördüğünüz size ait [özel] bir İlâhî Ferman/Kitâb mı var, içinde istediğiniz her şeyi bulabileceğiniz (bir kitap)? Yoksa vereceğiniz her hükmün sizin [meşrû hakkınız] olacağına dair Kıyamet Günü'ne kadar Bizi bağlayan sağlam bir vaad mi aldınız? Onlara sor hangisi bunu yüklenecek! Yoksa görüşlerini destekleyen ortakları/bilge kişiler mi var? Peki, iddiâlarında samimî iseler kendilerini destekleyenleri göstersinler (68:37-41).
Ve mubârek Hicr Sûresi’nde şöyle buyuruyor âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle:
Bismillâhirrahmânirrahîm… [Bir ilahî kelâm bağışladık sana], tıpkı onu [sonradan] bölüp parçalayanlara indirdiğimiz gibi, işte onlar, [şimdi] Kur’ân'ı da tutarsız, insicamsız bir anlam [demeti] olarak göstermek istiyorlar! Rabbine andolsun ki, onların hepsini [Hesap Günü'nde] sorgulayacağız, (hem de) bütün yapıp-ettiklerini hesaba katarak! öyleyse artık, sana [açıklaman] emredilen şeyi açıkça ortaya koy ve Allah'ın yanında başka herhangi bir şeye ilâhlık yakıştıranların tümünü kendi hallerine bırak: gerçek şu ki, [bu (ilahî) mesajı] küçümseyen, (onunla) alay eden[herkes]e karşı Biz sana yeteriz (15:90-95).
Merhûm üstâd Muhammed Esed, daha önce indirilmiş vahiyleri bölüp parçalamaktan kasdin ne olduğunu mubârek Bakara Sûresi’nin mubârek 85. âyet-i kerîmesinde dile geldiğine işaret ediyor: Bismillâhirrahmânirrahîm… İlahî Fermânın/Kitâbın bir kısmına inanıyor, diğer kısmını inkâr mı ediyorsunuz? öyleyse bilin ki, içinizden böyle yapanların cezası/hak edilmiş karşılığı, bu dünya hayatında alçalmadan/rezillikten ve Kıyâmet Günü en acıklı azâba uğratılmaktan başka bir şey olmayacaktır. Zira Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir (2:85).
Yine merhûm üstâd Muhammed Esed’in tefsîri doğrultusunda, Kitâbın/vahyin –bu bağlamda elbette ki mubârek Kur’ân’ın!- bir kısmına inanıp, diğer kısmını inkâr edenler “yalnız kendi hevâ ve heveslerine, yaygın toplumsal eğilimlere uyan ilkelerine uyup diğerlerini gözardı eden ve böylece dolaylı biçimde onların geçerliliğini inkâr etmiş duruma düşen kimseler”dir (15:90, tefsîr notu 67).
Mubârek Kur’ân yaşıyor, yaşananlara/yaşatılanlara hem şâhid oluyor hem de bilumum Mü’min/Mü’mine Müslümanları şâhid tutuyor!
Müteyakkız olalım, müteyakkız kalalım!