Görünen köylerin en tuhafı bâbında...

Görünen köylerin en tuhafı bâbında...

Defalarca yazdım...
Ben yazmaktan bıktım-sıkıldım...
Onlar hâlâ inatla sürdürüyorlar tavırlarını.
Hiçbir cevap vermedikleri -o da besbelli cevap veremedikleri/veremeyecekleri için!- gibi, şöyle bir durup kendilerine, daha doğru bir deyişle kendi “fikir önderleri”ne sormuyorlar, “Yahu, hakîkaten biz niye hiç sorgulamıyoruz ve de savunmuyoruz ğayr-i Müslîm vatandaşlarımızın laik devletimizde devlet memuru, savcı, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay mensûbu hatta başkanı, polis, emniyet müdürü, muvazzaf subay olma/olabilme haklarını?” diye!
çünkü uğrunda neredeyse can vermeye âmâde oldukları “laiklik”in ne mânâya geldiğini doğru dürüst bilmiyorlar! Daha doğru bir deyişle, ana/kaba hatlarıyla biliyorlar bilmesine de, rûhunu ve inceliklerini/ayrıntılarını, yani “laiklik”i hakîkaten “laiklik” yapan özellikleri bir türlü anlamak istemiyorlar! Hele içlerine hiç sindiremiyorlar. çünkü aslında “laiklik” filan değil dertleri/mes’eleleri! Hakîkî “laiklik”i bir dünya görüşü, bir hayat felsefesi/ilkesi olarak benimsemiş de değiller!
O hâlde nedir bu “laiklik ille de laiklik” saplantılarının gerekçesi ya da mânâsı?
Görünen köy o ki, Bâtıl Batı’nın müstebit Katolik Kilisesi’nin zorbaca dayatmalarına, hayatın ve gelişmenin önünü tıkamasına karşı zorunlu bir çâre olarak ortaya çıkardığı bir siyâsî/felsefî yaklaşımı yalnızca âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’ı kendi hevâ ve heveslerine göre yorumlamak/yorumlayabilmek ve yaşamak/yaşayabilmek için bir yöntem, daha doğru bir deyişle bir kılıf olarak kullanıyorlar! Yani “laiklik”i hevâ ve heveslerine âlet ediyorlar!
Evet, mes’elenin özü bundan ibâret!
“Laiklik” hiç kimseye bir dîni kendi kafasına/hevâ ve hevesine göre yorumlama, yani onu yozlaştırmaya/ifsâd etmeye kalkma hakkını tanımaz! Yalnızca herhangi bir dîne mensûb olma ya da hiçbir dîne mensûb olmama ama buna rağmen kanunlar karşısında ve toplum içinde eşit haklardan istifâde etme, dahası eşit bir saygınlık görme hakkını verir!
ömrün boyunca âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’ın Kitâb’ına uygun, yani en doğru şekilde yaşamaya hiçbir şekilde özen göstermeyeceksin, bu yolda hiçbir çaba sarfetmemiş olacaksın, üstüne üstlük apaçık temel hükümlerini hiç umursamamış olacaksın ve bunlara her vesîleyle -çoğu zaman da alaycı bir tavır ve lisanla- apaçık karşı çıkacaksın ve “Müslüman” sıfatı taşıma, öldüğün zaman da âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a uygun bir şekilde uğurlanma ve defnedilme konusunda hak iddia edeceksin! Buna kargalar bile güler!
Uğrunda önce ona karşı olduklarını bildiğin ya da -daha da fenâsı!- düşündüğün/vehmettiğin kişilerin hayatlarını cehenneme çevirecek, her türlü hak ve özgürlüklerini gasbedecek, canlarını yakacak ve hatta gerekirse alacak, sonra da kendi canını verebilecek kadar büyük bir tutkuyla/îmânla bağlandığın “laiklik” sana göğsünü gere gere “dinsiz” olduğunu beyân ve hatta ilân etme hakkını ve bundan dolayı da herhangi bir şekilde mağdûr olmama/edilmeme, suçlanmama imkânını ve güvencesini sonuna kadar tanıyor!
Kullansana!
Ve yine “laiklik”in verdiği bu haktan istifâde ederek, sözgelimi cenâzelerinin câmiden ve âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm üzere değil de kendi uygun gördüğün yerden ve şekilde kaldırılması, sonra da yine kendi uygun gördüğün şekilde ve yere defnedilmesi talebinde bulunsana! “Ben cesedimin yakılmasını, cenâze törenimin muntazaman demlendiğim meyhânede, oyun havası eşliğinde yapılmasını ve küllerimin de mehtâblı bir gecede Boğaza serpilmesini istiyorum ve bunu da vasiyet ediyorum!” diyen nicesini bu fakîr işitmiş hatta tanımıştır. Hiçbirinin bu vasiyeti, üstelik de onları sevenler, beğenenler, kendilerine örnek alanlar tarafından yerine getirilmemiştir! Aslına “yerine getirilememiştir” demek daha doğru, zira “laik” devletimizn yasaları bu talebi karşılayabilecek bir düzenlemeye sahip değildir! Haydi, “laiklik”in size tanıdığı ve teminât altına aldığı bu haklarınızı taleb edip gönlünüzce kullanabilmek için dökülsenize meydânlara!
Ama biz, Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlar olarak kim ve de ne olduklarını doğru-dürüst bilmediğimiz, daha da önemlisi âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a değil uygun, ona her dem dikine perdâh karşı çıkıp çıkmadıklarından, onu hafife alıp almadıklarından emîn olmadığımız her cenâzenin arkasında sâfiyâne saf tutup “Müslümanlık”larına bilir-bilmez şâhitlik etme gafletinden vazgeçmediğimiz sürece bu zifîrî kara komedi devam edecektir! Yalan yere şâhitlik etmenin Huzûr-u İlâhî’de üzerimize yıkacağı ağır sorumluluk da cabası!
Görünen en tuhaf köylerden biri de “laiklik”i öncelikle bu yönüyle savunmanın Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlara düşmesi değildir de nedir?
Müteyakkız olalım, hep müteyakkız kalalım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi