Büyüklerin Sırları!
Futbolda, hiç kuşkusuz, büyük takım- küçük takım olgusu vardır. Bu, inkar edilemez bir gerçektir. Bunun kaynağı da, ekonomik farklılıktan doğan oyuncu profilidir. Hatta teknik adam profili de olabilir. Tabii, ekonomisi iyi olanın aklının da olması vazgeçilmez bir büyüklük tanımıdır. Buradan bakınca, küçüklerin bu tip büyüklerle mücadele edebilmesi de, yine akıldan, iyi gözlemden geçmektedir.
Ve işte Fenerbahçe gibi yüz milyon Euroluk maliyeti olan bir takımın da tabii ki yumuşak karnı olacaktır. Hele hele hocası da henüz staj devresindeyse, üstesinden gelebilmek daha da kolaydır. Karşısında da deneyimli bir hoca bulunuyorsa işler daha da kolaylaşır. Ancak ne var ki, bu defaki Fenerbahçe-Galatasaray maçının futbol olgusu ve sonucu çokça Fenerbahçe yönetiminin eseridir. çünkü o yönetim, bir tribün amigosu anlayışı ile kulübün resmi sitesinden maç öncesi rakibi gaza getiren, onu çokça bir haysiyet savaşına yöneltecek acayip, gereksiz, hiç yakışmayan bir bildiri yayımlamıştı. İşte Galatasaray’ın, rakibinin hem en güçlü yeri, hem de yumuşak karnı Aurelio-Selçuk ikilisine yaptığı müthiş baskı, Alex’i topsuz bırakınca iş Semih’in omuzlarına yüklendi. Semih de sakatlanıp çıkınca, Fenerbahçe bitti. Dün üçüncü lig takımına dört gol attı diye “Döndü” denilen Kezman ise topa ayağını süremeden maç sona erdi. Carlos, genç Serkan’ın karşısında, özellikle de ikinci yarıda bocalarken, savunma Hakan Şükür’ün yüklenişlerinde ya faul yaptı ya da arkadan gelen ve bana göre maçın en önemli görevini yüklenmiş olan ümit Karan’la yıpratıldı. Pozisyonlara giren Galatasaray’dı ama kaleci Volkan müthiş kurtarışlarla rakiplerine skor tabelasını değiştirme şansı vermedi. Kalli’nin çift santrforlu tertibi bir riskti ama yukarıda da değindiğim gibi ümit Karan’ın daha çok orta alanla işbirliği şeklindeki görevi inanılmaz iyi becermesi, bu riski yok etti. Mehmet Topal, Barış ve Arda ise her an savunmacı, her an ileriye baskı kuran elemanlardı. Volkan, özellikle ikinci yarıda Roberto Carlos’a nazire yaparcasına oyuna katkıda bulundu. Servet, Emre ve Uğur hemen hemen hatasız oynadılar. Fenerbahçe’de Edu, hem Carlos’un açıklarını kapatmaya çalıştı, hem de Lugano’nun saçmalıklarını… Gökhan, Arda korkusundan çok çıkamadı. Deivid, işlemeyen ön liberoların görevini mi yerine getirsin, Gökhan’a mı yardım etsin, yoksa yürüyerek oynayan Alex’liğe mi soyunsun, şaşırdı durdu. Uğur Boral mı? Oynadı mı ki? Peki, ya tur? Bence hala yarı yarıya duruyor… Galatasaray, aynı kafayla rövanşa çıkmayıp da, çılgınlığa başvurursa, Kadıköy’de vermediği maçı Ali Sami Yen’de verir…
Gelelim Beşiktaş’a… Sinan Engin ve Ertuğrul hocaya, hatta hatta Beşiktaş’ı yazan müthiş otoritelere göre büyük futbolcu Bobo’nun kale önünden içeriye atamadığı pozisyonların faturasının ikinci bölümünü de İnönü’de öder mi, bilemem ama, Gökhan ile Kaş’ın ortaklaşa yedirdikleri golün filmi uzun uzun izlenmelidir. Sadece Beşiktaş kanadında değil, bütün Türkiye’de… Holosko’nun bir çizgi adamı gibi saklanması hem bu futbolcuyu bitirir, hem de Beşiktaş’a bir yarar getirmez… Bu yüzden de hücumcu Ali Tandoğan kendi bölgesinde esir gibi kalıyor. Beşiktaş’ın arka bloğu Türkçe konuşuyor, onun önündekiler Türkçe bilmiyor diye geçen hafta yazıp, söylemiştim… Bu tuhaflık devam ediyor… Yeni oyuncu burada ne değişiklik yapar bilemem ama Cisse de, ona yaklaşıp top almak zorunda kalan Rico veya Delgado da, Tello da, Serdar da bu yüzden yorgunluğa yakalanıyorlar. Beşiktaş elenmedi, Rizespor tur atlamadı ama…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.