İdam cezası geri getirilmeli
Gönül isterdi ki hiç kimsenin kimseye saldırmadığı bir toplum oluşsun. İnsanların insanlardan, akrabanın akrabadan korkusu olmasın. İnsan insana saldırmasın. İnsanlar insanlardan korkmasın, korkacaksa vahşi hayvanların saldırısından korksun. Hatta vahşilerin saldırısından da emin olacağımız bir ortam oluşsun.
Son zamanlarda maalesef insanların insanlara saldırılarının arttığı ve vahşetin doruk noktaya ulaştığı, olaylardan net olarak görünmektedir. Savaşlarda bile bu kadar acımasızca insan katli olmaz; savaşlarda insan öldürülür, fakat bu karşılıklı çarpışmalarda olur. Bir insan suçsuz, savunmasız başka bir insanı yahut birçok insanı acımasızca öldürüyor; hem tüm toplumu hem de aileleri unutulmaz acılar içinde bırakıyor; tüm Müslümanların yüreğine ateş bırakıyor. Akıl almaz bir şeytani davranıştır bu. Şeytanın içimizde hâkimiyet kurduğunun belgesidir bu…
Her gün adi cinayetler olmaktaydı. Fakat giderek vahşete dönüşen cinayetlerin işlenmesi son günlerde âdeta hız kazandı. İnsanlar şaşkın bir şekilde olayları izliyor; ne yapacaklarını bilemiyor. Bu gidişin sonu gerçekten toplumsal depresyondur. Toplu ölümlerle sonuçlanan cinayetler fecaat arz etmeye başladı.
Son feci olay Mardin’de cereyan etti. Mardin’in hem de Bilge adını taşıyan köyünde cereyan eden cinayet değil, savaş değil, kelimenin tam anlamıyla katliamdır. Bunu yapanlar insan olamazlar, hayır insan değil, hayvan bile olamazlar. Zira hayvanların hayvanları toptan imha hareketine giriştiği bilinmemektedir. Bunlar ancak şeytanın acımasız askerleri olabilirler.
Bir kimsenin ya da bir gurubun günahsız, suçsuz ve hiçbir şeyden habersiz insanları, masum çocukları, kadın ve erkekleri kurşun yağmuruna tutması, bombalarla ve makineli tüfeklerle imha etmesi tarihin kaydetmediği eşsiz bir vahşettir.
Bu vahşet üzerinde derinden düşünmek ve bu olayın sebeplerini çok iyi tahlil etmek gerekir. Mardin katliamının verdiği mesajı çok iyi okumak gerekir. Yeter artık! Bu ve benzeri vahşetlerin kökünü kazımanın zamanı çoktan gelmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu ve benzeri olayları kökünden kazıyacak tedbirleri almalıdır. İktidar ve muhalefet el ele vererek toplumumuzun bundan sonra başka acılar çekmesinin önünü almalıdır. Esasen Meclisin görevi de budur. Meclis bu olaydan sorumludur. İnsanların can güvenliğini sağlamak Yüce Meclisin en önemli görevidir.
Hukukun beş temel ilkesinden biri canı korumaktır. Bu olay can güvenliğini tehdit eden son derece tehlikeli bir olaydır. Hukukta bununla ilgili yeni düzenlemeler getirilmeli ve etkin önlemler alınarak işin hukuki, dini, eğitimsel, sosyolojik, pedagojik ve psikolojik tahlillerinin çok iyi yapılması gerekir. Vahşetin sebebinin çirkin töre olduğu anlaşılmaktadır. Bunun da tek sebebi insanın iyi yetiştirilmemesi, öğretilip eğitilmemesidir. Ne yazık ki toplumumuzda bir eğitim-öğretim sorunu, bir insan sorunu bulunmaktadır.
Toplum olarak, devlet olarak biz insanları iyi yetiştiremedik, insana iyi bir ruh veremedik. Mutlu bir hayat yaşatamadık. Adil bir paylaşım düzeni kuramadık. Şeytanın şerrinden kurtulamadık. Hakka ve hakkaniyete dayalı bir düzen kuramadık, böyle bir toplum oluşturamadık.
İnsanın her şeyden önce insan sevgisi ile ve Allah korkusu ile doyurulması gerekir. Kalbinde zerre kadar insan sevgisi ve Allah korkusu olan biri kişinin, değil insanı öldürmesi, böyle bir olayı hayalinden geçirmesi bile düşünülemez. Son olay bu yönü ile Milli Eğitim Bakanlığını ve Diyanet İşleri Başkanlığını da yakından ilgilendirmektedir.
Esasen Milli Eğitim Bakanının bu bölgeye gitmesi ve tespitlerde bulunması gerekirdi. Bu olay top yekûn devlet ve hükümeti ilgilendiriyor, fakat özellikle beş bakanlığı yakından ilgilendiriyor. Milli Eğitim, Adalet, İçişleri, Kültür Bakanlığı ve Diyanetten sorumlu Devlet Bakanlığı, aileden sorumlu Devlet Bakanlığı. Maalesef üç bakan bölgeye gitme ihtiyacını bile duymamıştır. Bu durum meselelere ne kadar mesafeli durulduğunu ve olaylara uzaktan bakıldığını gösteriyor. Bu mesele mutlaka kökünden halledilmelidir. Yoksa birçok insanın canı yok olmaya mahkûmdur. Bu mesele devletin çok önemli bir sorunudur.
Devlet, halkın can güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Can güvenliği hukuki ve eğitimsel önlemlerle sağlanır. Sadece polisiye tedbirlerle ve cezai müeyyidelerle sağlanamaz. Ülkemizde çok sayıda güvenlik görevlisi bulunmasına rağmen, maalesef güvenlik sağlanamamaktadır. Bu çok vahim bir durumdur. Bundan kurtulmak zorundayız. Her şeyden önce bu ve benzeri olayların altında yatan sebeplerin bulunması ve ona göre önlem alınması gerekir.
Kanaatimizce bu gibi olayların iki sebebi vardır. Birinci sebep, İslam öncesi cahili anlayışın yaşatılması ve insanların nefs, nefsaniyet ve maddeci anlayış tarafından esir alınmasıdır. Cahiliye döneminde de kabileler ve yakın akrabalar kan davaları yüzünden bir birini kırmakta ve insanların can güvenliği ortadan kaldırılmaktaydı. İnsanlar bir birinin düşmanı durumundaydı.
İslam gelince, Hz. Peygamber’in mübarek ifadeleriyle kan gütme davaları ayaklarının altına alınarak bir birine hasım olanlar kardeş hale getirilmiş, daha önce bir birine düşman olanlar aynı saflarda omuz omuza namaz kılmaya başlamışlardı. İslam sayesinde o eski düşmanlıklardan eser kalmamıştı. Bu ve benzeri olaylarda, cahiliye anlayışının hala devam ettiği anlaşılmaktadır.
İnsanların adı Müslüman’dır, fakat yaptıkları iş Müslüman işi değildir. Belki de mekruh işlememeye özen gösteren bu insanlar, gözünü kırpmadan en yakın akrabasını bile haksız yere öldürebilmektedir. Bunun altında yatan en önemli sebep İslam’ın bu insanların davranışlarına, sinelerine yerleşememiş olmasıdır. İslam her yönü ile insanımıza anlatılmalı ve cehenneme götürecek işlerden sakındırılmalı, cennete götürecek işler ısrarla teşvik edilmelidir.
İkinci sebep verilen cezaların caydırıcı olmamasıdır. Bu vahşeti işleyenler biliyorlar ki, kendileri yaşayacak ve öldürdükleri kişiler yanlarında kar kalacaktır. Bundan daha akıldışı bir ceza sistemi düşünülemez. Cinayetlerde verilen cezanın adil olabilmesi için, işlenen suç ile cezanın bir birine denk olması gerekir.
Burada işlenen suç öldürmektir, verilen ceza ise kısıtlı da olsa yaşamaktır. Yaşamakla ölüm arasında bir denklik düşünülebilir mi? Öldürme cezasına, hayatı imha etmeyen ceza verilirse cinayetlerin ardı arkası kesilmeyecektir. Bu vahşette şehit olanlar gitti, vahşeti yapanlar ise yaşayacaktır. Bunu herkes düşünmelidir, Meclis düşünmelidir.
İslam hukuku adam öldürme olaylarının önünü idam cezası ile hatta kısasa kısas cezası ile almıştır. Adil cezanın verildiği olaylarda suçun tekerrür etmesi mümkün değildir. Belki nadiren vuku’bulan bir olay haline gelir.
TBMM’nin bu olay üzerinde derin araştırmalar yaptırarak idam cezasını daha da ağırlaştırılmış olarak yeniden yürürlüğe koyması gerekir. Aksi takdirde bundan sonra öldürülenlerin suçuna ilgililer de ortak olmuş olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.