Vahşet veya tanrısı öldürülmüş insan
Bu utanç hepimize yeter. Kaç gündür gazeteler Mardin/Bilge köyü katliamını vahşet olarak niteliyorlar. Aslında vahşet bile bu caniliği anlatmaya yetmez. İnsanlar nasıl bu kadar acımasız, bu kadar ölçüsüz, bu kadar merhametsiz olabilir. Savaşlarda bile çocuklara, kadınlara, yaşlılara dokunulmaz. Cinnet hali diyeceğim ama bu cinnetin de ötesinde bir şey. Cinnet geçici bir şuur kaybıyla beraber gelir. Bütün frenlerin, zembereklerin boşaldığı bir anda. Bu öyle bir eylem değil. Katiller, duyarak, hissederek, düşünerek, bilinç halini koruyarak bu vahşeti işlemişler. Yani daha korkunç, daha düşündürücü, bir olayla karşı karşıyayız.
Töre, feodal alışkanlıklar diyerek mesele geçiştirilemez. Böyle bir töre yoktur. Bebeklerin, hamile kadınların öldürülmesine cevaz veren bir töre bu topraklarda olmamalıdır. Töre, bir geleneği, tekrarlana, tekrarlana rutin hale gelen bir alışkanlığı ifade eder. Bu toprakların bir medeniyeti var, bir insan anlayışı var, insanı merkez alan bir ruh dünyası var, bu töre bizim töremiz olamaz. Bu vahşet bizim medeniyet anlayışından beslenemez, bu bambaşka bir şey. Kuduz köpeklerin bile yapamayacağı kadar canice bir vahşet.
İnsan, yüzüne günah kiri bulaşmamış masum çocukları, yüklü kadınları nasıl katleder? Haksız yere adam öldürmeyi ebedi cehennem ile cezalandıran bir inanç coğrafyasında böyle bir katliam nasıl yapılır? Bunun üzerinde hep beraber düşünmek zorundayız.
Mardin olayı, insanlığın içinin boşaltıldığını, merhamete dair içimizde hiç bir şeyin kalmadığını ihtar ediyor. Bu hepimiz için sarsıcı bir darbe olmalıdır. Sarsıcı ve bizi kendi hakikatimize yöneltici bir darbe. Aksi takdirde bu vahşet son olmayacaktır. Yeni Mardinler, yeni vahşetler ruh dünyamızı alt üst etmeye devam edecektir.
Hiçbir sebep, hiçbir gerekçe böyle bir caniliği tahfif edemez. Bu olayın bilimsel kriterlerle izahı da yoktur. İçinde insana ve insanlığa dair bir şeyler barındıran hiç kimse böyle bir cinayete tevessül edemez. Böyle bir olay ancak günah-sevap, iyi- kötü, doğru-yanlış, güzel-Çirkin gibi değer yargılarını yitirmek ve onun yerini tıka basa kin ve nefretle doldurmakla mümkün.
Olaya kaç kişi karışırsa karışsın hepimizin sorumlulukları var. TV ekranlarından sıçrayan kan çocuklarımızın ruhlarına bulaşıyor, onların içinde derin yaralar açıyor. Dizilerde bir kaç dakika içinde onlarca insan öldürülüyor. İnsan hayatı o kadar değersizleştiriliyor, o kadar basitleştiriliyor ki, bir insanı öldürmekle bir karıncayı öldürmek arasında hiçbir mahiyet farkı kalmıyor. Cani’yi, cinayeti kutsallaştıran, acımayı, merhameti unutan nesiller yetiştiriyoruz. Tanrı’yı öldürdük, Tanrı’yı beşerleştirerek, beşeri Tanrılaştırarak öldürdük. Onun sıfatlarını insana, insanın sıfatlarını ona vererek Tanrı’yı yok ettik. Kalbindeki Tanrı’sı öldürüldüğü için Tanrı’sız ve dolayısıyla denetimsiz kalmış kuşaklar geliyor. İçteki Tanrı, bütün iyiliklerin kaynağı, bütün kötülüklerin engelleyicisiydi. O Tanrı öldürüldü, onunla birlikte iyilikler öldürüldü, kötülükler serbest kaldı. Tanrı’yı öldüreceğiz diye insanlığı yok ettik. İnsan, Tanrı ile insandı. Allah ile beraberken insan, Allah’ın ahlakı ile hareket ediyor, ondan aldığı ilhamla hayata dokunuyordu. Şimdi onsuz hayata dokunuyoruz. Dokunduğumuz yerden acılar, ıstıraplar, cinayetler fışkırıyor. Allah’ı olan, Allah’ın huzurunda saf bağlamış olanlara ateş eder mi? Onların kanını döker mi? Allah’ın huzurunda olana ancak Allah’ı kaybedenler el uzatır. Tanrı’sız bir hayat bizi merhametsiz bir dünyanın eşiğine getirdi. Şimdi bütün bağlarından kurtulmuş, bütün değerlerinden sıyrılmış insan enkazlarına bakıp şaşırıyoruz. Şaşırmaya gerek yok, önce Tanrı’yı öldürdük, sonra da kin ve nefreti hayatın bir parçası haline getirdik. Ne ekmişsek onu biçiyoruz. Tüketimde, kazançta, servette, israfta, her şeyde sınırsızlığı teşvik edenler sonunda bizi bu noktaya getirdiler. Her şeyde yeniden sınırlara dönmek zorundayız. Bunun içinde bütün sınırların, ölçülerin kaynağı içimizdeki Tanrı’yı dirilterek, yani Allah’a dönerek işe başlamalıyız.