“Ba bay... Ba bay!..”
Başarılı muhabirimiz Murat Alan'ın dünkü haberini okudunuz mu?..
“Arseven iddianamede!..”
Haberin yazılmaya başladığı anlarda, muhabir arkadaşımız arayıp da 'Arseven iddianamede' haberini hazırlıyoruz deyince aldı mı bizi bir merak.. Nasıl bulaştık acaba bu Ergenekon işlerine?..
Turhan Çömez'le sık sık bir araya gelirdik; Şener Eruygur'u ziyaret eder ve her seferinde “Bırakınız paşam bu yolları!.. Her geçen gün yaklaşıyoruz ölüme” filan derdik...
Ve “Ya Muhterem Paşam; bir yandan her Allah'ın günü Avrupa Birliği'ne sövüyorsunuz, diğer yandan da bu heriflerin parasıyla dönen bir derneğin yönetiminde bulunuyorsunuz... Böyle olunca da bu kardeşinizin zât-ı âlinizi savunması fevkalâde müşkiliyet arz ediyor” filan laflarıyla çevirdiğimiz “matrak” sohbetleri Vakit'in sayfalarına taşırdık...
Biraz “gırgır”; biraz da “Kemalist zümrenin seviyesini” gözler önüne serme çabası!..
•
Herhalde bu “matrak” faaliyetlerimizden dolayı takılmamışızdır, oraya.
Film şeridi gibi gözümüzün önünden geçen karelerin tamamında; bizim yarı şaka yarı ciddi laf “şey edişimiz”, onların da ciddi ciddi cevap verişleri filan vardı!..
Bunların hangisi kayda değer ki?..
•
Encümen-i Daniş toplantılarından birine katılmış mıydım acaba, “gırgır olsun” diye?!.
Iıııh!..
Aksine, taaa 15 yıl önce “Moda'da bir T. Örgütü” başlığı altında bir yazı dizisi hazırlamıştık.
Ergenekon'u çoook önceden görüş, hissediş!..
İşin o boyutu yer alabilir miydi iddianamede?..
Bu örgüt toplantılarını, uzun yıllar önce, zaman ve mekan belirtmek suretiyle “deşifre etmiş” olmamızdan dolayı mı takılmıştık?..
Yoksa, ciddi ciddi Ergenekon'a mı bulaşmıştık?..
Her yere girip çıkıyoruz ya, olur mu olur!..
Muhatabımızı “sağmak” için zaman zaman “nabza göre şerbet” vermeklik de gerekiyor.
Kim bilir, belki de “Ergenekonculuk” yapmışızdır, lâfta da olsa!..
Ama yok; ne kadar yamulsam o kadarını yapamam!..
İman gider Maazallah, meslek aşkı filan da ne!..
•
Hayli meraklandım... Ve bu meraktan dolayı işi biraz kurcaladım...
Meğer, bu asrın dâvâsında “şüpheli” olarak yer bulmuş olan Ferda Paksüt ile alâkalı mevzulardan dolayı takılmışım oraya...
Ferda Paksüt malûm, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Bey'in hanımı...
Benim kendisiyle ne gibi bir münasebetim olabilir?..
Şöyle bir düşününce; “Haaaa” dedim; şu mesele!..
•
Evet, haber de tahminimi teyit ediyor...
Hadise şu; Türkiye'nin AK Parti hakkındaki kapatma davasıyla meşgul olduğu günlerde bir “ihbar” filan gelmiş... Biz de düşmüşüz peşine; Ferda Paksüt “filanca şirkette” yönetim kurulu üyesi mi değil mi?..
İddianame'nin eklerinin 99. klasöründe, sayfa 116'daki muhabbetler...
Ben birtakım araştırmalar yapıyorum; iddianame eklerinde de bana ait sözlerin çıkarıldığı bölümler var.
Orada olanla olmayanla ifade edeyim;
Yaptıklarım şunlardan ibaret!..
Ferda Paksüt'ün Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptığı şirketi aramak...
Sonrasında; Paksüt'ü aramak; “selam kelam” faslından sonra, o şirkette Yönetim Kurulu üyesi olup olmadığını sormak!..
Paksüt'ün, bağırıp çağırdıktan sonra “Hayır değilim” deyişini “not” olarak “kayda” almak!.. Sonra, gidip “şirket kayıtlarını” incelemek...
Ve tekrar Ferda Hanım'ı aramak;
“Hani hiç yönetim kurulu üyesi olmamıştınız?!” diye sormak...
Ferda Paksüt'ün bağırışları, sonra “Yüz yüze görüşmenin daha iyi olacağını” söyleyişleri...
Bizim, bu teklifi reddedişimiz...
Onun bize sinirlenişi, fena halde kızışı, bizim ona kızmayışımız!..
Sadece “Etik mi?” diye soruşumuz!..
Onun yine kızışı ve bizim yine kızmayışımız!..
•
Sonrası mı?.. Orasını bilmiyoruz!..
Sadece, “iddianame eklerinden” okuduklarımız var...
Bahsimiz geçiyor... Diyaloglar aynen şöyle:
Ferda Paksüt: Kezban! Çok büyük bir hata yaptın
Kezban: Şey bu...
Paksüt: Çok büyük bir hata yaptın Kezban.
Kezban: Ben mi?
Kezban: Hayır ben bu Vakit gazetesinin adamının adı neydi, Serdar Arseven, bu adam dedi ki, Ferda Hanım orada yönetim kurulu üyesi mi? Hayır siz kimsiniz dedim… Bilgi vermek amaçlı cep telefonunuzu falan kesinlikle ben vermedim. Yalnız ben adama burada olduğunuzu bile...
Paksüt: Belma geldi mi Belma?..
Kezban: Henüz gelmedi...
Paksüt: O TABELAYI Bİ SÖKTÜRSENE ACELE, YÖNETİM KURULUNDAKİ TABELAYI SÖKTÜRSENE!
Kezban: Tamam bir de şey, bu adam burayı direkt aramış, faks numarası mı ben bir faks gönderecem filan dedi. Ben de böyle birisi yok ama siz kimi arıyorsunuz diye cep telefonunu, ismini aldım, sizi arıyorlar diye Vakit gazetesindenmiş efendim...
Paksüt: Tamam hepsi arıyor, peşimdeler, hepsi peşimdeler...
(…)
Paksüt: Ben sana döneceğim...
•
Bir de Belma var...
Onunla da muhabbet; benim olayı kurcalamamdan sonra “Şirketten istifa” muhabbeti:
Belma: Alo...
Ferda Paksüt: Belma neredesin?
Belma: Kuafördeyim...
Paksüt: Belma dün akşam itibariyle istifa etmiş oluyorum.
Belma: Ha ne oldu?!
Paksüt: Şimdi bu istifa prosedürü nasıldır canım?
Belma: Siz istifanızı vereceksiniz, ne oldu ki?..
Paksüt: Sonra anlatırım...
Belma: Sizin istifa etmeniz gerekiyor?
Paksüt: Tamam yani ettim.
Belma: Bir şey mi oldu?
Paksüt: Çok şey oldu... Kezban gaf yapmış. Kezban'ı aramışlar, nerede demişler, şimdi yok demiş güya...
Belma: Allah Allah, ben Kezban'ı arayıp sorayım...
Paksüt: Yok, Kezban aradı, Kezban da diyor ki… Bunlar Allah kahretsin (O anda başka bir telefondaki görüşmesinde: Efendim bi bana bağlar mısın Osman'ı diyor) Tamam Belma sana dönüyorum tamam mı...
Belma: Tamam bekliyorum ben...
Paksüt: Ben istifa ettim, tamam mı ba bay...
•
Efendim, bu son bölümdeki “Ba bay”, İngilizce “By Bye” demek oluyo!..
“Ba bay!..” “Ba bay!..”