“Dindarla mı, içimiz ısınanla mı evlenmeliyiz?”
Evlilik konusunda tecrübeli bir okuyucumuz, 29 Mayıs tarihli “İçimiz ısınmıyor ve sevmiyorsak” başlıklı yazımızın üslûbundan, “Kalbimiz ısınmıyorsa da illâ dindar olanla evlenmeli!” gibi bir yanlış mânâ çıkabileceğine dikkat çekti. Evlilikte uymamız gereken iki temel kıstas şöyle:
*Dindar olanı tercih etmek.
*Kalbin ısınması, yani sevme.
Şu halde; aile yuvası kurmak isteyen; dindar, diğer bir tabirle, inançlarına uygun, düşünce yapısıyla örtüşen, dürüst ve ahlâkı (huyu, mizacı karakteri) sağlam bir eş aramak zorunda. Birinci kıstas tuttuğu takdirde, ikincisi de devreye girmeli: İçi ısınmalı, duygusal bağlantılar kurulabilmeli.
“Bana tavsiye edilen, inançlarıma uygun, dindar adaylara içim ısınmadı!” deyip, içinin ısındığı inançlarına ve düşünce yapısına ters kişilerle evlenmek büyük bir hata olduğu gibi; içinin ısınmadığı, frekansların tutmadığı ve duygusal bağlantıların kurulmadığı dindar birisi ile evlenmek de hatadır. Çünkü, herkes inandığı ve düşündüğü gibi yaşayıp bu paralelde beklentiler içine girecektir. Beklentiler karşılanamadığında çelişkiler belirginleşecek, çatışmalar ortaya çıkacaktır…
Yapacağımız şey, inançlarımıza, düşünce yapımıza, sosyal hayatımıza denk aday arayışını sürdürmektir. Derin ve teferruatlı araştırmalar yapmalıyız. Çalışmalarımızı samimiyetle yürütürsek, sonsuz merhamet ve sevgi sahibi Rabbimiz, Habib ve Vedud isimlerinin de hürmetine aradığımız adayı karşımıza çıkaracağını vaat ediyor:
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”1
Buna göre, düşüncelerimizi yoğunlaştırdığımız, çalışmalarımızı yönlendirdiğimiz her işin, her faaliyetin karşılığını bulacağız. Burada şu incelikleri dikkate almalıyız: Kalbimiz imanın yanında, duygu/sevgi gibi olumlu ve olumsuz duyguların üretim merkezi olarak dizayn edilmiştir. Biz nasıl bir duygu istersek, kalbimiz onu üretir. Sevgiyi geliştirme, yükseltme, voltajını düşürme, yönlendirme iradesi elimizdedir. “İçimizin ısınıp-ısınmamasını” da hür irademizle biz yönlendiririz.
Kalbin ısınması meselesine gelince, ona da şu açıklamayı getirelim: Hiç şüphesiz, her şeyde olduğu gibi, evlilikte de “sevgi” temel şartlardandır. Muhabbet olmadan, içler ısınmadan, frekanslar tutmadan evlilik gerçekleştirilmemeli. Aksi halde, huzur ve mutluluğa ulaşılamaz.
Sevgi olmaksızın, içimiz ısınmaksızın, frekanslarımız tutmaksızın gerçekleştirilecek bir evlilik yürümez. Şu halde, sevgimizi, içimizin ısınma meselesini Kur’ân ve Sünnet’in koyduğu kriterlere göre şekillendirmeliyiz. Yoksa, bugünkü dünyevîleşmiş, nefse, egoizme yönelen felsefik bakış açılarının ve kitle iletişim vasıtalarının bombardımanına göre değil. Çıkaracağımız sonuç şu olabilir: “İçimiz ısınmıyorsa, öyle ise, içimizin ısındığı dinî yaşayışı çok zayıf birisiyle veya ısınmadığı halde illâ dindarla evlenmek” değil, “İllâ içimizin ısınacağı, duygusal frekanslarımızın tutacağı dindar birisi ile evlenmek” şeklinde olacaktır.
Kur’ân ve Sünnet’in kriterlerini esas alarak elimizden gelen çalışmayı yaptık. Peygamberî kriterler istikametinde faaliyetlerimizi sürdürdük. Buna rağmen sonuç başka türlü tecelli edebilir. Biz nasip ve kısmetimizi bilmediğimiz gibi; neyin daha hayırlı veya hayırsız olacağını da kestiremeyiz. O takdirde imdadımıza şu İlâhî ferman yetişiyor:
“Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır.”2
Dipnotlar: 1- Kur’ân, Necm, 39.; 2- Kur’ân, Bakara, 216.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.