Türkiye – Suriye sınırı…
Meclis’te tartışmaları devam eden “mayın ihâlesi”, aynı inancı, aynı tarihi, aynı kültür ve medeniyeti paylaşan Türkiye ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınırın gereksizliğini ve mânâsızlığını bir defa daha ortaya çıkarmakta.
1955 Sonbaharında Isparta’da Bediüzzaman Said Nursî’yi ziyaret eden talebesi Abdülkadir Badıllı, “Urfa taşıyla toprağıyla mübârektir, Urfa’ya gelmeyi çok düşünüyorum” diyen Üstadı, “Efendim zaten sizi götürmek için gelmiştim” diye Urfa’ya dâvet eder.
Bunun üzerine Bediüzzaman, “Evet, Urfa’ya gelmeyi düşünüyorum. Fakat şimdi şu anda gelsem Suriye ile Türkiye’yi birleştirmek mecburiyetinde kalacağım, bu da şimdi olmaz” mânidâr cevabını verir. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, 2. Baskı, C. 1, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1980)
Bediüzzaman bu cevabıyla, yabancı güçlerin iftirak fitnesi hesabına çizdiği hududun anlamsızlığını ortaya koyar. Türkiye ve Suriye arasında hiçbir maslahatı olmayan bu sınırı, ecnebilerin Müslümanları ayırmak, ırkçılık zihniyetini ilka etmek, birbirine hasım hale getirmek için çizdiğine işâret eder.
“Irkçılığın istimâli ile mübârek kardeş Arapların mücâhid Türklere karşı” tahrikine dikkat çeken Bediüzzaman, ecnebilerin, asırlarca beraber yaşamış, “komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan” akraba milletleri karıştıracak, “İslâm kardeşliğini tanımayan” düşmanlar haline getirme stratejisini nazara verir. (Emirdağ Lâhikası, 437-440)
Birinci Dünya Savaşında “Avrupa zâlim hükûmetleri zulümleriyle, Sevr Muâhedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet”le Osmanlıyı yıkma ve Müslüman halkları ayırma fitnesine dikkat çeker. (Kastamonu Lâhikası, 17) “Devlet-i İslâmiyenin (Osmanlının) nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir su-i kast plânı” olarak nitelendirdiği Sevr’le, İslâm âleminin baş sömürgecisi İngilizlerin çeşitli fitne ve desîselerle Müslümanları ihtilâfa sürükleme, birbirlerinden koparma plânına müteyakkız olmaya çağırır.
“GADDÂRÂNE MUAHEDE” İLE…
Gerçek şu ki geçen asrın başlarında Ortadoğu’da Müslüman halklar arasında cetvellerle sınırları çizen İngilizler, hiçbir fizikî ya da demografik yapıyı esas almadan sırf kavga ve kargaşa sebebi olsun diye kasten sınırları şehirlerin, yerleşim birimlerinin ortasından geçirdiler. Türkiye ve Suriye arasındaki sınırında da inadına şehirleri, kasabaları, köyleri ayırdılar. Akrabaları, hatta âileleri böldüler. Komşu Müslüman ülkelerin birbirlerine düşmesi, çekişmesi, didinmesi için demiryolunu dahi sınırın her iki tarafında kalacak şekilde ortada bir ihtilâf konusu olarak bıraktılar.
1911’de Şam’da Emeviye Camiinde aralarında yüzden fazla âlim bulunan on bini aşkın cemaate verdiği hutbede, ecnebiler diğer küçük Müslüman topluluklarının dünyevî ve uhrevî saadetlerinin, maddî ve manevî kalkınmalarının bağlı oluğu “iki büyük ve muazzam tâife olan Arap ve Türk gibi hâkim milletleri” birbirinden koparma komplosuna karşı ikaz eder.
Zira Bediüzzaman, Sevr’i, “Harb-i Umumî neticesinde yine o sû-i kast niyetiyle, Sevr Muâhedesinde Kur’ân zararına gâyet ağır şerâitle (şartlarla) kâfirâne fikirlerini icrâ etmek planı” olarak târif eder.
Bundandır ki Bediüzzaman, “Türk hamiyetperverleri ve milliyetperverleri” dediği Osmanlı münevverlerini, idârecilerine ve Cumhuriyet dönemi yöneticilerine bu “gaddârâne muâhede”nin vâhim neticelerine karşı uyanık olmayı uyarır. Sevr’i Osmanlı coğrafyasını bölmek ve parçalamak suretiyle bâkiyesi Müslüman milletleri, toplulukları çeşitli ırkî ayırımlar, mezhebî farklılıklar üzerinde tefrika ve düşmanlıklar meydana getirmeyi ve Anadolu’nun ecnebi devletler tarafından taksimini amaçlayan “müthiş su-i kasd” olarak tanımlar. (Şuâlar, 619)
SINIRA MAYIN YERİNE ECNEBİLER…
Bediüzzaman’ın ifâdesiyle ecnebiler, tarihte İslâmın bayraktarlığını yapan “insanlığın medâr-ı iftiharı yüksek seciyelerle mümtaz necip Arapların İslâmiyetin kahraman bir ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd (dayanışma) ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edecekleri”nden korktular, bunun önünü kesmeye çalıştılar. (Hutbe-i Şâmiye, 60, 50-51)
İşte 780 kilometrelik sınırdaki 580 kilometrede yer alan Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların kaldırılması bu açıdan oldukça önemli. Bunun içindir ki hükûmetin “mayın temizleme” ile temizlenmiş bu sınır topraklarının bizzat Başbakan’ın ikrarıyla 44 ve hatta 49 yıllığına varan “kiralatma sistemi”yle İsrailli firmaların başını çektiği yabancı şirketlere kullandırması, fevkalâde tehlikeli…
Gerçekten siyasî iktidar, bir asırdır bölgedeki halkları ayıran, yarım asrı aşkındır binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet veren mayınlarla engellenen sınırın yine yarım asra yakın ecnebilere verilmesi riskini neden göze almakta?
Niçin kamuoyundaki bunca infiâle rağmen AKP iktidarı, “toprakları kiralatma-kullandırma” seçeneğini “tasarı”dan çıkarmamakta direnmekte; “kaydırmalı-seçenekli ihâle”de ısrar etmekte?
Göz göre göre Akdeniz’den Nusaybin’e uzanan sınıra, Müslüman halkların ve akrabaların arasına, iki dost ve kardeş ülke ortasına İsrailli, İngiliz ya da bir başka ecnebinin yerleşmesine zemin hazırlamakta; neden?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.