"Şehirlerin ruhu"nu arayan düşler
Bir tarafta savrulmalar yaşarken diğer tarafta kendi sesimizi buluyoruz sanki. Ütopyalarımızı, düşlerimizi politik gündeme, gündelik gerçeklik uğruna feda ederken aynı zamanda içimizden birileri daha kuşatıcı bir dille geleceğimizi inşa etme çabasına kuşanıyor.
Her şeyin sanallaştığı bir ortamda yine içimizden birileri yazıyı, kitabı, düşünceyi, düşünmeyi, sanatı önemsemeye devam ediyor. Hece dergisi, kendi mecrasında, nereye aktığını bilerek sürdürdüğü serüveninden dolayı önemsenmeyi hak ediyor. Sanat, edebiyat dergilerinin banka yada dev yayın gruplarının yedeğine sığınarak varlık gösterebildiği ortamda Hece'nin yürüyüşünü tutarlı bir çizgide devam ettirebilmesinin ardındaki fedakarlık dikkate alınmadan anlaşılması zor. Benim bugün özellikle Hece'den söz açmaya çalışmam son sayısı vesilesiyle gündeme getirdiği, 'heceleme'ye çalıştığı tartışama.
Hayat ve hakikat dünyamızla alakalı belli kavramların yaygınlaşması her zaman düşünce kalitesine işaret etmeyebilir. Mesela İslam dünyasının içinde bulunduğu tüm sorunları izah etmede kullanışlı bir kavram olarak kullanıma giren medeniyet gibi. Buna bağlı olarak hemen peşisıra gelen şehir ve şehirleşme tartışmalarını medeniyetle birlikte kimi zaman sorunları teşhis etmek kimi zaman da çözüm yolu olarak yaygın biçimde kullanıma girmiş olmasına sevinmeli miyiz?
Tarihsel süreçle birlikte gelen devraldığımız ya da üstümüze yıkılan bunca sorunları anlama, açıklama ve çözüm bulmada adeta sihirli anahtarmış gibi kullanıma giren medeniyet ve şehir kavramlarının yaygınlık kazandığı oranda içinin boşaltılması gibi tuhaf durumla karşı karşıyayız. Muhtevası kavranmadan herkesin kendine göre anlam üflemeye çalıştığı şehir ve medeniyete gönderme yaparak, vurgulu kullanımı tarihle, kendimizle yaşadığımız dünya ile hesaplaşmayı çağrıştırması gerekirken adeta gerçek sorunlardan bir kaçış işlevi görürü hale getirilmesi içinde bulunduğumuzu trajik durumun iyi bir göstergesi olsa gerek.
Hece dergisi yayınladığı farklı özel sayılarla bir derginin, üstelik bunca mütevazı imkanlarla yayın hayatını sürdüren bir edebiyat yayınının çapının üstünde yayınlar yaptı. Ahmet Hamdi Tanpınar'dan, Nurettin Topçu'ya, Sezai Karakoç'tan Türk Şiiri özel sayısı gibi farklı şahsiyet ve başlıklarda adeta bir külliyat oluşturdu şimdiden.
Son olarak "Medeniyet, Edebiyat ve Kültür Bağlamında Şehirlerin Dili" başlığını taşıyan özel sayı çıktı. Bir edebiyat derginsi sınırlarını zorlayan/aşan bir yaklaşımla şehir olgusunu ele alan bu özel sayı şehirlerin dilini çözmek, anlamak ve anlamlandırmak için onlarca kalemi bir araya getirmiş. Akademisyen kalemlerle edebiyatçı, şairlerin yaklaşımıyla şehirlerin ruhunu okumaya çalışan yazıların bir araya geldiği dergiden çok hacimli bir kitap oluşturuyor.
Onlarca yazarın yazılarını tek tek inceleyecek değilim. Her şeyden önce bir edebiyat dergisinin özel sayısını incelemek eleştirmenlere düşen bir sorumluluk. Umarım İbrahim Çelik'in kafa ve gönül vererek ortaya çıkardığı bu özel sayılar (eserler demek daha doğru olur) hiçliğe mahkum edilemeden gerekli ilgiyi görür, tartışılarak gündeme getirilir de hak ettiği yeri bulur..
Dergide, farklı geçmişleri, yetişme tarzlarına rağmen hatta farklı edebiyat ve düşünce ortamında bulunmalarına rağmen adeta bir 'şehir çeşitliği' arzeden yaklaşımların şehir özel sayısında bir araya gelebilmiş olmalarını önemsiyorum. Bu kadar farklı ismi bir araya getirmek bile tek başına önemli bir yayıcılık başarısıdır.
Toplam olarak altı yüz sayfayı aşan dergideki onlarca farklı yazar arasında bir yazı, adeta bir neslin ortak hikayesini anlatır gibi. Anadolu'nun ücra bir köyünden şehre inan titrek ve ürkek bir çocuğun gözünden dünyaya, şehre bakışın resmedildiği yazı. Olanca içtenliğiyle şehrin bulvarlarına titrek bir yaprak gibi düşen Anadolu çocuğunun medeniyet bilincine eriş hikayesi bu aslında. Tıplı dergide yer alan hemen her yazını ortak yanı olarak bir medeniye bilincine erişmek, şehri keşfetmek macerası olarak okunabileceği gibi. Çok isabetli biçimde derginin sunuş yazısı yerine yayınlanan Mustafa Şahin'in "Şehirlerin Ruhu" yazısı çok şiirsel bir metin olmuş. Malatya'dan Nostar'a, Paris'ten Sivas'a, İstanbul'a bir medeniyet düşünün dirilişinin serencamını yazmış en doğal haliyle. Bir neslin zihninde şehir ve medeniyet düşüncesinin nasıl inşa edildiğini en iyi resmeden bir yazı olarak çok şeyi anlatıyor.
"Şehirlerin ruhu" ufkunu arayan bir neslin öyküsüdür aslında.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.