Başkan Muhsin, delikanlı Muhsin
Çile sadece insanlara, insanların seçilmiş seciyelerine mahsus bir iş. Çile çekiyorum diyen herkes çile çekmiş sayılmaz.
Çilenin büyüklüğü derdin büyüklüğü ile muvazidir diyenler, insanı, insanda ki his farklılıklarını anlayamayan tiplerdir. İnsan dertlerinin büyüklüğü kadar çile çekmez, herkes hassasiyeti ölçüsünde çile çeker.
İşte hassasiyetleri –vatan, insan, insanlık, devlet, insan hakları- çok yüksek olan Muhsin Başkan’la 1977 yılında tanışmıştım. Ben Manisa Ülkü Ocakları Başkan yardımcısı O ise Ülkü Ocakları Genel Başkanı idi. Hareketimizin Gençlik Liderlerinin tamamını tanıyordum. Fakat bu yağız Anadolu delikanlısına nedense kanım ısınmış, güvenmiş ve itimat etmiştim.
Ankara’dayım ve mecburi seyahatteyim Muhsin başkanın bir sohbetine iştirak ettim. Hitabeti güçlü değil, lakin kelimeleri seçerek, düşünce imbiğinden geçirerek kullanıyor. “Heyecan, akıl ve gönül olmazsa bir fikir, bir dava başarılı olamaz” diyor ama çok daha önemli bir cümlesini hatırlıyorum: “Bugün inandıkları fikirler uğruna cezaevine girenler, yarın hürriyetlerine kavuştuklarında, her şeyi fikrim ve inandıklarım uğruna yaptım diyebilmek yüceliğini gösteren kametlerin çokluğu dünyevilik isteyenlerden çok olursa fikrimiz iktidar olur aksi durumda vay o mücadeleye yazık o insancıklara!”
Bugünün dünyasında dürüstlük mağlubiyetle iç içedir. Eskiden “en iyi politika doğruluktur” esprisi bir gelenek halini almıştı, şimdi ki dünyamızda doğrunun hiç şansı yok. Genç Yiğitlerden, Delikanlı Muhsin Yazıcıoğlu siyasetin gülen yüzü, dürüst ve doğru sözlüsü idi. O doğrucu Davut’tu. O Taptuk Emre’nin dergahına hep doğru odun taşıyan Yunus gibi siyasetin arenasına doğru dosdoğru sözler taşıyan çağımızın yunus’u idi... “Sözüm odun gibi olsun ama doğru olsun” diyen adeta özdeşleştiği Mehmet Akif gibi, sözünü dorularla süsleyen bir fikir, bir iman ve irade adamıydı.
12 Eylül hazan rüzgârları O nu Mamak, Beni de Şirinyer Askeri cezaevine, cinnet mustatiline savurmuştu. 1987 başlarında tahliye olmuştuk. Siyaset yapmak, vakıf kurmak, milletine aşka hizmet etmek istiyordu. Arkadaşlarımızın bir kısmı hala mecburi ikametlerinde çile dolduruyorlardı. 12 Eylül öncesi Manisa’da Gençlik Liderimiz olan Salih Cerit’i cezaevinde ziyaret ettim. Ülkücülerin, Alperenlerin siyasi oluşumlarını merak ediyor benden bilgiler almak istiyordu. “Başkanım, şu, şu kişilerden lider olur diyorlar hayır hiçbirinde liderlik kumaşı ve dokusu göremiyorum, fakat bazı ufak tefek giderilebilecek eksikliklerine rağmen bizim beraber olacağımız, liderimiz diyebileceğimiz kişi Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Salih başkan da bana rüyalarla amel olmaz fakat nübüvetin 46’da biri de rüyadır. Geçenlerde bir rüya gördüm bir camide varlık sebebimiz Hz.Muhammet(sav) Efendimiz etrafında sahabeler ve İmam-ı Rabbani, Abdulkadir Geylani gibi evliyalarla sohbet ediyor, ben (Salih Cerit), sen (Selçuk Özdağ), İrfan sönmez ve murat sancakla içeri girip sohbeti dinlemek istiyoruz. Bizleri önce içeri almadılar o esnada bir ses duydum, Muhsin Yazıcıoğlu geliyor dediler. Ve bizim giremediğimiz kapıdan içeri girdiler ve peygamberimizin iltifatına mazhar olup, sohbet halkasına dâhil oldular ve hemen akabinde de bizleri içeri aldılar. Ve bizlerde Muhsin Yazıcıoğlu’nunun arkasında da peygamberimizi dinledik dedi, ilave etti benim de kanaatim, liderimiz Muhsin yazıcıoğlu’dur.”
Bu sohbetimizden 5 yıl sonra Büyük Birlik partisi kuruldu. Bizlerin aktif olarak siyaset arenasında yer alacağımız, vefatına kadar 17 yıl devam eden safahat başladı.
Tarihte bizim jenerasyondan daha muzdarip bir nesil var mıdır? Tahayyül edemiyorum? Muhsin Yazıcıoğlu ve bizleri siyaset arenasında barındırmak istemeyenler her gün üzerimize çeşitli vesilelerle bir kürek toprak serptiler adeta. Her seferinde direndik çünkü biliyorduk ki, direnenler kazanırlar.
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, hataları putlaştıran, faziletleri yerin dibine sokan bir cemiyette siyaset yaptılar. Yanlışların ve yalanların mağrur ve güçlü, gerçeklerin ise boynu bükük bırakıldığı bir agorada Hz.İbrahim gibi Anadolu platosunda insanımızı hakikate çağırdılar. Duyuracak olan Allah’tı. Önemli olan mükellefiyetimizi yerine getirmekti. O da emirleri bildirmek yasaklardan uzaklaştırmaktı. Günümüzde insanlar hakikate ram olmak yerini dünyaya zebun olmak gibi bir aczi yetin içerisinde. Muhsin Yazıcıoğlu’nu düşmanlarının anlamaması değil dostlarının anlamazlıktan gelmesi üzdü. Ama o hep bu anlamsız anlamamayı yıkmak istedi. Başarıya, bireysel hürriyete, ülke bağımsızlığına atılmış en önemli adım olarak da bunu görüyordu.
Konfiçyus “öldürmeyen her darbe insanı yüceltir.” diyor. Doğrudur insan acılarla büyür onlara tahammül göstermekle yücelir. Tarihte cemiyetin dizginlerini eline geçirmiş yüce kametlerin hemen tamamı çilelerin, işkencelerin demirden cenderesinden geçebilmiş insanlardır, hayatı sadece bir zevk vasıtası olarak görenler arasında tek irade kahramanı çıkmış değildir.
Zaten insan olmanın en önemli şartlarından biri sızılı bir yüreğe, hisseden, duyan bir kafaya sahip olmak demektir. İnsan kafasında ve gönlünde sadece kendine ait dertleri taşımamalıdır. İnsan, topyekün insanlığın çilelerini kafasında depolamasını bilen kendisi için değil ama cemiyeti için ağlayan adamdır.
İşte delikanlı, genç yiğitlerden Muhsin Yazıcıoğlu milleti için, İslam dünyası ve dahası insanlık için siyaset yapan onların dertlerini dert edinen bir bucuk milyar hücreli, bir yürekti. Ama her hücresini bir Müslüman’a hasredip kendine hiç ama hiçbir şey bir yürekti.
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Ağla ey yüreğim sabaha kadar.
Yüreği olanlar ağlayın şimdi.
Türkiye bir genç yiğidini, bir delikanlısını, bir alperenini kaybetti. Milletimizin, İslam âleminin başı sağolsun. Muhsin Yazıcıoğlunun vefatından sonra yapılan olağan üstü kongrede de anlaşılmıştır ki, yeri doldurulamaz. Çünkü Yazıcıoğlu’nda liderlik kumaşı, devlet adamlığı nosyonu vardı. Kaht-ı Ricale, devlet adamına ne kadar muhtacız.
Unutulmamalıdır ki âlemde şer oğuzda er tükenmez.
Bir fatiha okumaz mısınız?